GÜNÜMÜZ GELENEKSEL ANADOLU TAKILARI
GİRİŞ
Takı, insanlığın varoluşundan günümüze kadar insanoğlu tarafından çeşitli değerli ve yarı değerli madenlerden, değerli ve yarı değerli taşlardan yapılmıştır. Güzel ve alımlı her takı takıldığı zaman seyredende haz duygusu ve ilgi uyandırır. İnsanlar beğendikleri bir takıyı takarken onu bir nesne bir obje gibi değil, sanki vücudunun bir parçası olduğu için takarlar.
Anadolu’daki takı kültürüne baktığımız zaman yöresel farklılıkların devreye girmesiyle zengin bir tasarım farklılığı karşımıza çıkıyor. Mardin’den Beypazarı’na, Eskişehir’den Şanlıurfa’ya, Gaziantep’ten Erzurum’a, Trabzon’dan Adana’ya, Bursa’dan Diyarbakır’a, Konya’dan Kahramanmaraş’a, Antakya’dan Tokat’a ve Tarsus’tan Tosya’ya yapılan "Anadolu takıları” yolculuğu esnasında kendinizi Anadolu’nun o eşsiz güzelliği içerisinde buluyorsunuz.
Anadolu’nun köylerine kadar uzanan takı kültürü içinde her biri ayrı sanat eseri ve el emeği göz nuru olan öyle takılarımız var ki; sesini yurt geneline ve hatta dünya çapında duyurmuş olanlar var.
I.BÖLÜM
İÇ ANADOLU TAKILARI
1.1. BEYPAZARI TAKILARI
Ankara'ya 99 km. mesafede olan Beypazarı ilçesinin tarihi Hitit ve Friglere kadar uzanmaktadır. Beypazarı'nın bir piskoposluk merkezi olduğu, adının önceleri Lagania, Anastasıopolıs olarak değiştirildiği tarihi eser ve haritalardan anlaşılmaktadır.
Beypazarı, tarihi evleri, gümüş işçiliği ve havucu ile ünlü şirin bir ilçedir. Boğazkesen Kümbeti, Suluhan, Eski Hamam, Sultan Alaaddin Cami, Akşemseddin Cami, Kurşunlu Cami, Rüstem Paşa Hamamı, Gazi Gündüzalp Türbesi (Hırkatepe), Kara Davut Türbesi (Kuyumcutekke), Karaca Ahmet Türbesi, ilçe sınırları içerisinde olup görülmeye değer tarihi mekanlardır. (www.beypazarı.net.tr)
İlçeye 10 km. uzaklıkta bulunan Tekke Yaylası, 44 km uzaklıktaki Karaşar beldesinde bulunan Eğriova Yaylası ve Gölü, Dereli köyü civarında peri bacalarını andıran yapılar ilçenin ilgi çekici yerleridir.
Özellikle gümüş işlemeciliği (Telkâri) yaygındır. İnce, yorucu el işçiliğiyle, zarafetiyle tanınan gümüş işlemeciliği benimsenmekte, gittikçe yaygınlaşmaktadır. Gümüş işleme sanatı Beypazarı'na ahilik yoluyla kazandırılmıştır. Ahilik 13. yy. da Anadolu'da görülmeye başlanan esnaf ve sanatkarlar birliklerine verilen addır. Beypazarı halkı bu sanatı bir iş olarak kabul etmiş ve zaman içinde geliştirmişlerdir.
Tarih boyunca önemli ticaret yolları üzerinde bir Pazar niteliği taşıyan bölgede herhangi bir gümüş madeni yoktur. Eskiden olduğu gibi bugün de gümüş başka illerden getirilir. Daha çok süs eşyaları ve takıların yapıldığı gözlemlenmektedir. Külçe halinde getirilen gümüş birçok safhalardan geçirilerek işlenir. Kullanılan teknik "Telkâri" dir. Eritilip tel haline getirilen gümüş, haddeden geçirilerek inceltilir. Hemen hemen saf halde olduğu için kolayca bükülür. Sanatkar, ufak el aletleri kullanarak telleri istediği şekilde keser ve kıvırır. Parçaları birbirine gümüş kaynak kullanarak kaynatır ve eserini, ortaya çıkarır.
Bugün ilçede planlı güzel bir çarşı içinde gümüş, ustaları bir araya toplanmış ve usta, çırak ilişkisiyle bu sanatın geliştirilmesine imkan sağlanmıştır. Büyük bir sabır, el emeği göz nuru, dikkat ve özenli işçilik gerektiren bu teknik, eski ve yeninin sentezi olarak devam ettirilmektedir. Pazarlama ve turistik satım gücünün artması da üretimin eskiye oranla daha da çoğalmasına imkan sağlamıştır.
İlçe el sanatları bakımından çok zengindir. Bazı el sanatları da yok olmak üzeredir. Örneğin; Bez ve kilim dokumacılığı, semercilik, Sim-sırma işlemeciliği, saraçlar gibi. Dokuma olarak Bürgü denilen kadın baş örtüsü dokunmaktadır. Halk Eğitim Merkezi'nde açılan kurslarda sim-sırma işlemeciliği canlandırılmaya çalışılmaktadır.
Tarihi Telkâri gümüş işlemeciliğinde mutfak eşyaları (güğüm, ibrik, yemek kapları), Demircilik el işlerinde de çapa, keser, balta, bıçak, orak, tırpan, saban demiri, tasma, maşa, kürek, kapan, soba, mangal gibi eşyalar yapılmaktadır. Kaybolmaya yüz tutan telkâri isçiliğinin yurt dışında da tanıtım çalışmaları başlamıştır. Telkâri sanatı yakın gelecekte önemli bir döviz kaynağı olacaktır.
Telkâri ince telden takı süslemeciliğidir. Tel ne kadar ince olursa takının değeri de o kadar artmaktadır. Hammaddesi altın ve gümüştür. Altın pahalı olduğundan genellikle gümüş kullanılır. Gümüş takı çeşitleri; kemer, kolye, iğne, başlık ve tılsım olarak sıralanabilir. Telkârideki motifler, tabiatın Türk-İslam düşüncesi ile yorumlanışını ve Türk zevkini aksettirir.

Resim 1: Telkari Set
Telkari, kullanılan tellerin şekline ve kullanıldığı yere göre çeşitlere ayrılır. Telkari Hasır telkari, Kakma telkari, Kafes telkari diye adlandırılır.
Hasır telkari; "Örgü işi” veya "Trabzon işi” olarak da bilinen bu teknikte, ürün tellerin örülmesi ile ortaya çıkarılmaktadır. Daha çok Trabzon yöresinde uygulanan bu teknikte altın ve gümüş teller sekiz santimetreye kadar elde örülerek şeritler haline getirilmektedir. Daha sonra silindirin arasından geçirilen bu örgüler ezilerek tam bir örgü şerit haline getirilir. Bu şeritler uygun uzunlukta kesilerek bilezik ve kolye yapılır.
Kakma telkari tekniğinde ise bir taş, maden veya ağaç yüzey üzerine kazınan şekil ya da oyukların içine tel yerleştirilir. Tel kakma yapılacak yüzey üzerine çizilen şekil, kazıma veya asitle oyma tekniği ile yüzey üzerinde çukurlaştırılır. Bu çukura yerleştirilen çoğunlukla köşeli tel çekiçle vurularak sıkıştırılır ve şekil içerisine gömülür. Yüzeyden taşan kısımlar alınır, eğelenir ve parlatılır. Bu teknikle silah kabzaları, bıçak sapları, şemsiye sapları, zarf açacakları, yazı takımları, kaşık sapları, tespihler, nalınlar, ağızlıklar, baston sapları, şamdanlar gibi eşyalar süslenir.
Telkarinin en sık rastlanan çeşidi olan kafes telkari tekniğinde ise tellere şekil verildikten sonra kaynakla birleştirilerek bir ana iskelet oluşturulur. Bu iskeletin içi daha ince tellerle doldurulduktan sonra yine kaynak yapılır ve gerekirse ürün minik kürelerle ve toplarla süslenir. Bu teknikle kül tablaları, çakmak kılıfları, sigara ve mücevher kutuları, şamdanlar, tepsiler, şekerlikler, vazolar, ağızlıklar, nargile uçları, çiçekler, sigara tabakaları, fincan, bardak, sürahi vb. eşya kılıfları, abajurlar, çeşitli tabaklar, düğmeler, kol düğmeleri, küpeler, tepelikler, kolyeler, broşlar, bilezikler, kemerler ve yüzükler üretilir. Beypazarı’nda telkaride bu teknik kullanılır.
1.2. ESKİŞEHİR TAKILARI
Eskişehir, İsa'dan önce birinci bin yılda Porsuk Nehri kıyılarında Frigyalılar tarafından kurulan Türkiye'nin en önemli yol kavşaklarından birisidir. Yunus Emre, Nasrettin Hoca gibi tarihi kişileri yetiştiren Eskişehir, Lületaşı, çeşitli hastalıklara iyi gelen sıcak su kaynakları ile de ünlüdür. Eskişehir kültürel zenginliği kadar doğal güzellikleri, mutfağı ve alışveriş olanakları ile önemli bir turizm çekim merkezi olmayı hedeflemektedir. İldeki ilk yerleşim M.Ö. 4 bine Kalkolitik Çağ’a uzanır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1925 yılında il olmuştur. Eskişehir, Porsuk Çayı ve onlarca akarsuyun beslediği yeşilliklerle süslü bir kenttir. Bol soğuk suların aktığı akarsuları alternatif turizmciler için birçok olanak sağlamaktadır. Türk ve Osmanlı mimarisinin canlı örneklerini oluşturan "Odunpazarı Evleri” ile de oldukça ünlüdür.
Eskişehir’in güneyinde Afyon, güneydoğusunda Konya, doğusunda Ankara, kuzeybatısında Bolu, batısında Bilecik ve Kütahya illeri yer almaktadır. İl genelinde sert ve karasal iklim görülmektedir.
Eskişehir ilinin en önemli yer altı zenginliklerinden birisi olan lületaşı, aynı zamanda turistik bir el sanatının hammaddesidir. "Eskişehir Taşı” olarak da bilinen lületaşı, beyaz renkte, hafif, yumuşak olup, kolay işlenir ve kolay şekil verilir. Toprakta 100-150 metre derinlikte bulunur. Emici özelliğinden dolayı pipo, ağızlık, hediyelik süs eşyası, kolye, bilezik, küpe, biblo yapımında kullanılan lületaşından ayrıca elektrik, otomotiv ve uzay sanayilerinde de yararlanılmaktadır.
Eskişehir’in Alpu ilçesinde yaklaşık 200 aile tarafından evlerde sürdürülen ve gümüş üzerine siyah savat çamuru ile yapılan bir süsleme sanatıdır. Savat yapımında kullanılan desen ve motifler genellikle Osmanlı ve Türk motifleridir. Savat tekniği ile yapılan hediyelik eşyalar arasında baston, kama, tabanca kabzası, kamçı, enfiye kutusu, tütün tabakası, ağızlık, Van, Kafkas ve Türkmen kemerleri, kolye, yüzük, küpe, düğme, kravat iğnesi, bulunmaktadır. Ayrıca dokumacılık da Eskişehir’de geleneksel el sanatları arasında yaygın olarak yapılan bir uğraştır. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Sivrihisar Eskişehir’in kuyumculukla anılan bir ilçesidir. Yörenin adıyla anılan Sivrihisar Cebesi denilen bileziği yapan ustalar günümüzde bir kaç tane kalmış. Sivrihisar Cebesi’nin temelini de Anadolu’daki diğer bilezikler gibi tel oluşturuyor. Geçmişte ağırlıklı olarak gümüş kullanılırken, şimdilerde malzeme olarak altın da kullanılıyor. Cebe yapımında kullanılan 55 mikron kalınlığındaki tel, dokuma tezgahına benzer özel cebe tezgahında sanki kumaş dokunur ya da halı örülürmüş gibi örülüyor. Kademeli bir görüntü sunan Sivrihisar Cebesi’nin örneğine bu yöre dışındaki yerlerde rastlanmıyor. Ancak elde örülen Trabzon bileziğini andırıyor. Örüldükten sonra uzunluğu 18-19 cm civarında olan tellerin iki ucu alınlık denilen levhalarla birleştiriliyor. Alınlık üzerine kalem işçiliği ile desenler, süslemeler yapılıyor. Alınlıklarda daha çok bitkisel ve geometrik desenler kullanılıyor. Geleneksel hali bilezik olan Sivrihisar Cebesi’nin günümüzde gerdanlığı da yapılıyor. Gerdanlık modeli ise 2 bileziğin birleştirilmesi ile oluşuyor.
Resim 2: Sivrihisar Cebesi

Resim 3: İncili Küpe
Eskişehir’de Sivrihisar cebesinden sonra diğer güzel bir takısı ise "incili küpe”dir. İncili küpede bulunan 12 inci Hazreti İsa’nın havarilerini, ortada bulunan kantaşı ise Hazreti İsa’yı temsil ettiği sanılıyor. Günümüzde 12 yerine 10 inci ve kantaşı yerine de yarı değerli çeşitli süs taşları kullanılıyor. (Gold News)
1.3. KONYA TAKILARI
Konya, tarihindeki her uygarlıktan önemli mirasları olan bir kent. Kent merkezinde görülmeye değer pek çok eser var. Gözünüze ilk çarpanlar Selçuklu camileri ve medreseleridir. Ama bunların en başında Konya ile özdeşleşmiş olan Mevlana Müzesi ayrı bir yere sahip. Dünyanın her yerinden ziyaretçisi olan müzenin, bakımlı ve her zaman çiçekli bahçesi ile dervişler ve sufi müzikle ile ilgili sergi salonu da görülmesi gereken yerler arasında yer alıyor. Konya’da özellikle Alaaddin Tepesi olarak bilinen ve kentin ortasında yer alan tepe ve civarındaki Selçuklu eserleri, Ortaçağ Türk Sanatı ile ilgilenenlerin uğrak yeridir. İnce Minareli Medrese, Karatay ve Sırçalı Medreseleri Konya’nın en önemli müzeleri arasındadır. Konya sayısız tarihi camilerin bulunduğu bir kent. Bu camiler içinde Aziziye Camisi, Osmanlı mimarisinin son dönemlerdeki batılılaşma etkisini yansıtan çok zarif bir camidir.
Konya’nın kuzeyinde Ankara ve Eskişehir,doğusunda Aksaray ve Niğde, güneyinde Karaman ve Antalya, batısında Isparta ve Afyon bulunmaktadır. Kara iklimi hüküm süren Konya’da yazlar kuru ve sıcak, kışlar soğuk ve yağışlı geçmektedir. Konya’ya yolunuz düşerse etli ekmek, mevlana şekeri, semazen bibloları, ahşap tespihler, çini eşyalar, özel ahşap kaşıklar ve tabi ki takıları sizleri bekliyor.
Hattatların yazdığı çeşitli hat figürleri ve sikke figürü, Mevlana Celaleddin Rumi döneminden sonra küçültülerek takı haline getirilmiştir. Kıl testere ile yaratılan bu eserler Konya yöresine aittir. Sikke kolyeler yüzükler ve küpeler, yine Konya yöresinin sembolü olan Mevlana’nın ve semazenlerin başına giydiği keçeden yapılmış, giyenlerin mevki ve makamlarına göre şekillenen sarıların stilizasyonuyla oluşturulmuştur.
Konya’ya ait takılardan olan Mevlana Bileziği, biri ince, diğeri kalın olmak üzere iki telden yapılıyor. Ana tel olarak adlandırılan kalın tel 145 mikron, ince tel ise 60 mikrondur. Kalın tel makinede ikiye katlanıp bükülüyor. Sonra bir kez daha ikiye katlandıktan sonra elde bükülüyor. İnce olan tel elde büküldükten sonra kalın telin üzerine sarılıyor. Kilit takıldığında bilezik tamamlanıyor. Kilidin üzeri kalem işçiliğiyle çeşitli motiflerle süsleniyor. Bileziklerin çapı 56 mm ile 70 mm arasında değişiyor.
Konya ve civarında yaklaşık 10 yıldır çok tutulan bu Mevlana Bileziğini ilk yapan Sedir Eken adında bir kuyumcu ustasıdır. Modelin ilk ortaya çıkışı ise hayli ilginç. Ustamız daha çırakken yanlışlıkla yapmış bu modeli. Normal bir burma bileziği yaparken, yanlış bir örmeden dolayı bu model ortaya çıkıyor. Sonra bu modele ilaveten ince bir tel daha sarılıyor. Bu ince teli sardıktan sonra da güzel bir görünüm ortaya çıkıyor. Bu model Türkiye genelinde olmadığı için buna ‘’Mevlana Burması’’ diyelim, buda Konya’ya özgü olsun, demişler. Mevlana Bileziği 1994-95 senesinden beri de üretiliyor. Geçmişi çok eski olmasına rağmen ‘’Mevlana Bileziği’’ Konya kuyumculuğunu temsil etmeyi sürdürüyor. (Yaşayan Anadolu Takıları)

Resim 4: Mevlana Bileziği
II. BÖLÜM
AKDENİZ TAKILARI
2.1. ADANA TAKILARI
Denize açılan kapı olan Adana’da çeşitli uygarlıklar yaşamış ve iz bırakmışlardır. Araplar, Selçuklular, Ramazanoğulları, Osmanlılar, Türkmen ve Yörük Aşiretlerinin yöre kültüründe önemli yeri vardır. Verimli toprakları, coğrafi konumu ve iklimi ile çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan Adana tarihi eser yönünden çok zengindir.
Bu canlı tarihe tanık olmak isteyenler Tepebağ Höyüğü, tarihi Büyük Saati, kervansarayları, camileri, bedestenleri ve Mozaik müzesi gibi görülmeye değer yerleri gezebilirler. Binlerce yıllık tarihi geçmişi, günümüze kalan sayısız tarihi eserleri, Yumurtalık ve Karataş Sahilleri’nin doğal güzelliği ile Toroslar’ın yemyeşil yaylaları, şifalı suları, bitki ve hayvan türleri bakımından çeşitliliği ile Adana büyük bir turizm potansiyeline de sahiptir. (www.adana.com.tr)
Anadolu’nun bir çok ilinde olduğu gibi Adana’da da el sanatları çok çeşitlilik göstermektedir. Yüzyıllar önce Çukurova’ya yerleşen Türk aşiretlerinin geleneksel olarak dokudukları kilimler (Kozan, Sayımbeyli, Karaisalı, Pozantı, Aladağ, Tufanbeyli ilçelerinin dağ köyleri) Kayseri Yahyalı motifli halılar, kıl çul, savan, yün çorap, tahta kaşık, çeyiz sandığı, oklava, oyalar, bakır işlemeciliği, altın ve gümüş takılar ve Feke ilçesinde yapılan tapan bıçak çeşitleri gibi pek çok el sanatları mevcuttur. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Yöreye ait olan ve ilin adıyla anılan Adana Burması yılanların çiftleşmesinden esinlenerek yapılmaya başlanmıştır. Bu bilezik türü iki altın teli birbirine kıvırarak baş kısmına yılan başı kaynatılarak yapılırdı. Eskiden çeşitli modelleri üretilmişse de günümüzde üretilen modellerde kıvrık burmada yapılan yılan başları çıkarılmış ve yerine kilit sistemi konulmuştur.
Adana burmasının 7 telli, 12 telli, elmas kırığı ve badem baş gibi modelleri de üretilmektedir. 7 ve 12 telli burmalar, 7 ise 7 ince tel, 12 ise 12 ince tel ile kıvrılarak bu tellere eş kalınlıkta bir tel kıvrılır ve kilit sistemi kaynatılır. Daha sonra kalın olan tele çelik kalem ile parça çıkartılarak kalem atma yöntemiyle ayrı bir parlaklık kazandırılır. Diğer kısımlar ise çelik el maskalı ile parlatılır. Adana burması mengene gibi bazı aletlerin yardımıyla örülse de, elle örülen burma daha makbuldür.

Resim 5: Adana Burması
Adana burmalarından elmas kırığı 4 ve 6 telle örülür. Yine kilit konarak ve çelik kalemle parça çıkartılarak kalemlenir. Çelik el maskalıyla parlatılır. Bu burmanın yalnızca dört tellisi herhangi bir kıvırma aletiyle de rahatlıkla yapılabilir. Fakat elle örülen görüntüyü ve estetiği veremez.
Badem baş burma ise, iki tel birbirine kıvrılarak ve kilitsiz uç kısımları bademe benzetilerek yapılır. Bu burmaları yapan ustalar günümüzde çok azdır. Bunun sebebi ise el sanatlarımızı ağır yaralayan ama seri üretim için gerekli olan teknolojidir. Burmaların tercih sebebi ise; geleneklerimizde olan altın alışkanlığının ve eskiden tasarruf nedeniyle işçiliğin diğer modellere göre daha ucuz olmasıdır.
2.2. ANTAKYA TAKILARI
Antakya yöresini çekici kılan ve tarihi boyunca göçlere açık olmasını sağlayan, yaşamı kolaylaştıran iklim koşulları ve verimli topraklarının yanı sıra Anadolu'yu Çukurova yoluyla Suriye ve Filistin'e bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmasıdır. Ayrıca Mezopotamya'dan Akdeniz'e çıkmak için kullanılabilecek en uygun limanlar yine bu bölgededir. (www.antakya.gov.tr)
Antakya medeniyetler beşiği ve ilk çağlardan beri bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Tarihi kalıntılar, eserler müzeler, otantik şehir görüntüsü görenleri adeta büyüler. Çok zengin bir bitki örtüsünün bulunduğu bir coğrafya üzerinde kuruludur. Deniz, güneş, yeşil bitki örtüsü, doğal çevre vb. ne ararsanız vardır. Olağanüstü bir mutfağa sahiptir ve gittiğinizde öyle lezzetler tadarsınız ki, deyim yerindeyse tadı damağınızda kalır. Antik Çağ’dan günümüze ulaşan zengin kültürel ve tarihsel bir mirasın varisi olan Hatay ilimizin merkezi Antakya, çok renkli etnik kimlik, din ve mezheplerinde bir arada yaşama becerisini gösterebildiği ender yaşam alanlarından biridir. Şehrin sokaklarında farklı dilleri duymak mümkündür. Hıristiyanlığa geçişin önemli merkezlerinden biri olan Antakya 7. yüzyılda Hıristiyan cemaatinin bağlı olduğu beş patriklik merkezinden biriydi. Diğerleri Roma, İskenderiye, Kudüs ve İstanbul’daydı.
Eğer olurda bir gün yolunuz bu güzel şehrimizden geçerse görmeniz gereken yerler var. Antakya Lahiti, Bakras Kalesi, Habib Neccar Camii, Çevlik, Ulu Camii, Harbiye, Kızlar Sarayı, Koz Kalesi ve Hatay Arkeoloji Müzesi aklınızda bulunsun.
Tarihi boyunca çeşitli dinlerin, inançların bir arada yaşadığı Antakya, bu özelliğiyle inançların birlikteliğinin başkenti olmuştur. Taşı toprağı, insanı ve doğası kültür ve tarihle yorulmuştur. Antakya’nın, yemeğine, diline, mimarisine sinmiştir binlerce yılın kültürünün tortusu... nüvesi olmuştur, zevcelerin, annelerin, kızların "baş tacı” edilen takılarının...
Depelik (tepelik) 1800’lü yıllara ait "ziynet takısı” olup hanımların başlarına koydukları fesin üzerine takılır ve genel olarak gümüşle işlenen depelik, altın ziynet parçalarla süslenir. 1800’lü yıllara ait olan "boğma” ise, bir boyun takısıdır. Altın ve gümüşten üretilebilen bu takıda kullanılan parçalar genellikle altındır.

Resim 6: Boğma
2.3. KAHRAMANMARAŞ TAKILARI
Kahramanmaraş ve çevresinin kültür ve turizm olgusu içinde ayrı bir yeri vardır. Kahramanmaraş, Akdeniz iklim kuşağında olmakla birlikte Orta Anadolu ve Doğu Anadolu iklim kuşaklarıyla sınır oluşturmaktadır. Güney illerimize göre daha serindir. Akarsu ve kaynak suları bakımından zengindir. Bu durum Kahramanmaraş için büyük bir turizm potansiyeli yaratır.
Doğu Akdeniz’de bulunan Kahramanmaraş, dondurması ile de ünlü bir ildir. Kahramanmaraş, mağaraları Eshab-ı Keyf Külliyesi, yaylaları ile önemli bir turizm potansiyeline sahiptir. Kahramanmaraş’ın kuzeyinde Sivas, doğusunda Malatya ve Adıyaman, güneyinde Gaziantep ve Osmaniye, batısında Adana ve kayseri illeri bulunmaktadır. İlde, genel olarak denize uzaklık ve yükselti nedeniyle, karasallaşmış bir Akdeniz iklimi görülür. Yazları sıcak kışları soğuk geçer. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Dokumacılık, eski önemini yitirmiş olmasına rağmen bakırcılık, işleme sanatı ve ahşap oymacılığı günümüzde de sürdürülmektedir. Bakırcılık, ilde bakırın değişik işlemlerden geçirilebileceği gerekli atölyelerin bulunuşu da bakırcılığın gelişmesinde etkili olmuştur. En çok üretilen bakır işleri mangal, ibrik, güğüm, kazan, her boy bakraç, aşurelik ve benzeri eşyalardır.
Sim sırma işlemeciliği, Kahramanmaraşlı genç kızların büyük emek ve sabırla sürdürdüğü yöreye özgü sanatlardan biridir. Özellikle "Dival” ve "Maraş işi”, işleme sanatının en yaygın olanıdır. Ahşap işleme ve oymacılığı ise, Türklerle başlamış ve gelişmiş önemli bir sanat dalıdır. Osmanlı ve Selçuklu döneminde Türk el sanatlarının özelliklerinden olan bitkisel ve geometrik üsluba Kahramanmaraş oyma sanatında rastlanır. En çok üretilen eşyalar çeyiz sandığı, rehle, gazetelik, züret kutusu, aynalık, isimlik, tepsi, tavla, salon sehpası ve camekandır. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Kahramanmaraş da yüzyıllar öncesine dayanan değişik sanat kollarından bakırcılık, ağaç oymacılığı ve sim sırma işlerinin yanı sıra kuyumculuk sanatında da günümüze kadar icra edilen sanatlardan bir tanesidir. Maraş Burması ve Habbe Gerdanlık 1300-1400 yıllarında Maraş’da hüküm süren Dulkadir Beyliği’nden beri sürüp gelen geleneksel takı modelleridir. Bu takılar daha ziyade 40 yaş üzerinde Kahramanmaraşlı hanımların olmazsa olmazları arasındadır. Onların "ölümlük” ve "dirimlik” olarak tabir edilen yarının güvencesi tasarımlardır. Günümüzde toplumun ekonomik gücüne, kültür seviyesine, takı anlayışına, gelişen teknolojiye ve toplum arzularına göre kurulmuş onlarca imalat atölyesi, kapasitesiyle altın takı üretiminde Kahramanmaraş da yerini almaktadır.
Kahramanmaraş Burması’nın ve gerdanlığın yapımını kısaca anlatacak olursak; burma yapımında ortalama 180 mikron ölçüsünde tel kullanılıyor. 22 ayar altın kullanılan Maraş Burması’nı iki kişi beraber çalışarak örüyor. Örülmüş teller tavlandıktan sonra örgü yerlerinin birleştirilmesi için çekiçle dövülüyor ve parlatılıyor. Bileziğin boyu 18-22 cm arasında değişiyor. Birleştirme kısmında kullanılan kilit denilen parça astardan kesiliyor. Kalbe benzeyen ve iki parçanın birleşmesinden oluşan kilidin üzeri kalem işiyle süsleniyor. Gerdanlık yapımında ise; astardan kesilen parçalar haştek de yarım daire şekline getirilip iki tanesi birbiriyle daire şeklini alacak şekilde birleştiriliyor. Dairenin üzerine küçük halkalardan oluşan motifler yapılıyor. Gerdanlığın uç kısmında ve kilit kısmında telkari motiflerden oluşan tasarımlar yer alıyor. Oluşturulan küreler ve telkari modeller halkalar yardımıyla birleştirilip parlatılıyor.

Resim7: Kahramanmaraş Burması
2.4. TARSUS TAKILARI
Tarsus, Akdeniz Bölgesi'nde yer alan İçel (Mersin) ilinin tarih, kültür, sanat, ticaret ve doğal güzellikleri ile ünlü bir ilçesidir. Yıllar boyunca farklı inançlara hizmet eden tarih ve ilim merkezi olarak, dünyanın ilgi odağı olmuştur. Hz. İsa'nın ilk Havarisi Aziz Paul, Daniyal Peygamber, Hz. Muhammed’in müezzini Bilal-ı Habeşi, Harun Reşid'in oğlu Halife Ma'mun ve Antik Çağın ünlü filozofu Aristo, tabiplerin atası Lokman Hekim, Mısır Kraliçesi Kleopatra ve Romalı Komutan Antonius Tarsus'ta yaşamıştır. (www.tarsus.net.tr)
Tarsus'un tarihsel birikiminin kanıtlarını, ilçeye adım atar atmaz görmek mümkündür. Tipik Akdeniz ev geleneği içerisinde mütevazılığı ve mimari farklılıkları ortaya koyan tarihi eser görünümü sergilemektedir. Kerpiç, taş ve ahşaptan iki katlı olarak yapılan evlerin hepsinde, ahşap ve el yapımı demir süslemeler, taş kapıların tamamlayıcısı halindedir. Tarsus’un yaz ayları sıcak ve aşırı nemli, kış ayları ise ılık ve yağışlıdır.

Resim 8: Tarsus Burması
Tarsus binlerce yıllık birikimiyle edindiği kültürü, kuyumculuk sanatının eşsiz örnekleriyle dünyaya sunmaktadır. Adana, Mersin ve Tarsus civarında Tarsus burması olarak bilinen bir burma türü üretilmektedir. Bu burma türünün tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Tarsuslu ustalar tarafından 8 ve 9 gözlü yuvarlak gözler halinde kilitli üretilmiş olup, daha sonra Adanalı ustalar tarafından bu gözler 7’ye indirilmiş, ve her göz birleşimine birer dirsek atılıp oval bir şekil verilerek göze benzetilmiş ve daha farklı bir görünüm sağlanmıştır. Çukurova’da bu burmaya kalın burma veya çiftçi burması da denir.
III. BÖLÜM
MARMARA TAKILARI
3.1. BURSA TAKILARI
Bursa ili, İstanbul’dan sonra Osmanlı eserlerinin en yoğun olduğu kentlerdendir. Kentin tarihi M.Ö. 7. bine kadar uzanır. M.Ö. 2. binde göçlere sahne olmuştur. Bilinen eski adı M.Ö. 550 yıllarında şehri kuran Bithynia Kralı "Prusias”tan gelme "Prusa”dır. Daha sonra Pontuslar tarafından ele geçirilmiş, M.Ö. 1. yüzyılda Roma, M.S. 395 yılında Bizans hakimiyeti altına girmiştir. 11. yüzyılda Bizanslılar ile Selçuklular arsında sık sık el değiştirmiş, 1326 yılında Orhan Gazi tarafından Osmanlı egemenliğine katılmıştır. Bursa Orhan Gazi döneminde Osmanlıların başkenti, İstanbul’un fethinden sonra sancak ve 19. yüzyılda vilayet merkezi olmuştur. Türkiye’nin en güzel illerinden olan Bursa’nın doğusunda Bilecik, kuzeydoğusunda Sakarya, kuzeyine Kocaeli, Yalova ve Marmara Denizi, güneyinde Kütahya, güneybatısında Balıkesir ili bulunmaktadır. Bursa’nın iklimi Akdeniz ile Karadeniz iklimi arasında bir geçiş niteliği göstermektedir. Kışların çok sert geçmediği ilde, yaz aylarında da şiddetli bir kuraklık görülmemektedir. (Türkiye’nin değerleri Ansiklopedisi).
Anadolu’nun bütün illerinde olduğu gibi Bursa’da da el sanatlarının zengin bir geçmişi vardır. Osmanlı döneminde önemli bir merkez olan kentte ipekli kumaş ve kadife dokumacılığı en önemli el sanatıydı. Bunun dışında havluculuk, silahçılık, boyacılık, camcılık, debbağlık, saraçlık, şimkeşlik, ve kuyumculuk gibi el sanatları da gelişkindi.
Günümüzde geleneksel el sanatlarının bir kısmı ortadan kalkmışsa da yine el tezgahlarında ipek, halı, kilim, çuval, heybe, çorap ve kese dokumacılığı yapılmaktadır. Ayrıca, ağaç oymacılığı, semercilik, davul imalatı, bıçakçılık, apacılık, demircilik, sobacılık ve marangozluk gibi el sanatları da sürdürülmektedir. Osmanlı çiniciliğinin en eski ve en güzel örnekleri de İznik çinileridir. İznik çiniciliğinin gelişimi, tarihleri bilinen yapılar üzerindeki çini kaplamalarda rahatlıkla görülebilir. 1378-1391 yılları arasında yapılan İznik Yeşil Cami minaresini süsleyen en eski Osmanlı çinileri, teknik ve dekor bakımından Selçuk geleneğini devam ettirmekle birlikte renk ve tonları bakımından onlardan daha zengindir. İstanbul’daki yapılarda kullanılan çinilerin İznik’te yapıldığı tarihsel belgelerden öğrenilmektedir. 17. yüzyılda İznik’e gelen gezgin Evliya Çelebi, 300’den fazla çini fırınının bulunduğundan söz eder. İznik çinilerinde; lale, sümbül, nar, karanfil gibi çiçek motifleri kullanılmıştır. Ayrıca insan, kuş, balık, tavşan, köpek gibi hayvan motifleri ve gemi motiflerine de rastlanır. Mavi, firuze, yeşil ve kırmızı en çok kullanılan renklerdir.
Osmanlı’nın en önemli başkentlerinden, hicvin ustaları Karagözle Hacivat’ın hayallendiği, bir kent Bursa. Yeşilin hiç ölmediği, Uludağ’ın gölgesinde bir anıt şehir... Binbir hayalin birbirine karıştığı Bursa’da zaman, "billur bir avize gibi parlarken”, türkülere konu olmuş gelinlerin daha beşiğe konduklarında başlayan düşlerini takıya döndüren üstatların memleketi...
Bursa’nın Keles, Sorgun, Kocakavacık yörelerinden yörelerinden "gelin fesi”, Dağdibi ve Keles yöresinden "sarkıtmalı gelin fesi”, Keles, Kocakavak, Sorgun, Hereke ve Düvenli yörelerinde kullanılan, boncuklu ve mercanlı gelin gerdanlığı gibi bilinen takılarını sayabiliriz.

Resim 9: Bursa Boncuklu Gelin Gerdanlığı
IV. BÖLÜM
KARADENİZ TAKILARI
4.1. TOSYA TAKILARI
Tosya, yurdumuzun Batı Karadeniz Bölgesi'nde Kastamonu'ya bağlı en büyük yüzölçümüne sahip Taşköprü'den sonra ikinci büyük ilçesidir. Tosya, kuzeybatısında Kastamonu, kuzeydoğusunda Taşköprü, doğu ve güneydoğusunda Çorum, batı ve güney batısında Çankırı ile çevrilidir. Ilgaz Dağının eteklerinde bulunan Tosya, kuzeyi, doğusu ve batısı Ilgaz Dağları ile çevrilidir. Güneyinde Köroğlu Dağları ve eteklerinde de geniş ovalıklarla kaplıdır. Devrez Çayı ise bu ovalıkların ortasından geçmektedir. Karasal bir iklime sahip olan Tosya, yazları sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve yağışlı iklim özelliklerine sahiptir. (www.tosya.net.tr)
Tosya güney ve doğu kesiminden Kös dağları ile çevrilidir. Bu dağın altında seyreden Devrez Çayının şehrin ekonomisi üzerindeki etkileri tartışılamaz. Dünya çapında meşhur olan "Tosya Pirinci” Devrez çayının eseridir. Tosya Pirinci sadece bu yörede yetişmekte olan pirinç türleri sebebiyle meşhur olmuştur. Devrez Ovası’nda yer alan toprağın yapısı bu özel pirinç çeşitlerinin bu yöreye has bir özelliğe sahip olmasına sebep olmuştur. Tosya da yetişen pirinç türleri dünyanın hiçbir yerinde yetiştirilememektedir.
Karadeniz’in zümrüdi doğasının, kuyumcu hassasiyetiyle nakış nakış işlenmiş "Dostlar Şehri” "TOSYA”... Tarihi, kültürü, edebiyatı, insanı, sanatı ve sanatçılarıyla Anadolu Hazinesi’nde nadide bir mücevher gibi parlıyor. Maharetli Tosyalı kuyumcular, doğanın verdiği ilham ve sanatkar gözleriyle, Tosyalı hanımların vazgeçilmezleri olan "kıstı” gerdanlıkları onların beğenilerine sunuyorlar.

Resim 10: Kıstı Gerdanlık
4.2. TOKAT TAKILARI
Ünlü seyyahımız Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Tokat’ı anlatırken; bu havası hoş şehrin dört tarafında, bahçe ve bostanlar içinde sular akar. Bu bahçelerde bülbüllerin ötüşü, insan ruhuna sefa verir. Meyveleri lezzetli ve lâtif olup, her tarafa hediye olarak gönderilir. Her bağında birer köşk, havuz, fıskiye ve çeşitli meyveler bulunur. Halkı zevk ehlidir. Gariplerle dostturlar; kin tutmaz, hile bilmez, deryadil, haluk, selim ve halim insanlardır. Herkese iyi zanda bulunurlar. İyi geçinirler, hayırlı yapılar yaptırmaya hevesleri çoktur. Camii, saray, köşk ve imaretleri o kadar güzel ve metin olur ki, buralara girenler hayran olurlar. Şehir genişlik ve çok ucuzluk bir yer olup dünya yüzünde eşi yok gibidir. Yılın her zamanında halkının nimetleri boldur. Hacı Bektaş Veli’nin hayırlı ve bereketli duaları ile bu eski tarihi şehir, "alimler konağı, fazıllar yurdu ve şairler yatağıdır...”
Çok uzun bir geçmişe sahip olan ve çeşitli uygarlıkları barındıran Tokat ilimizde, bütün Anadolu’da olduğu gibi el sanatları bakımından zengin bir potansiyel vardır. Kuyumculuk, dokumacılık, yazmacılık ve bakırcılık bunların başında gelmektedir. Tokat, 15. yüzyıldan başlayarak Orta Anadolu’da 1300’lerden beri sürdürülen yazmacılığın merkezi haline gelmiştir. En güzel örneklerinin 16. ve 17. yüzyıllarda veren kent yazmacılığı, ününü günümüzde de sürdürmektedir. Tokat’taki yazmacılığın en önemli özelliği elvan baskı denilen çok renkli olmasıdır. Elvan yazmalarında, siyah yaldız motiflerin dış çizgilerinde kullanılır. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Anadolu’nun en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış olan Tokat, bu zengin kültürel geçmişi ile takı yapımında önemli bir merkezdir. Hitit kültüründen bu yana bu önemli konumunu koruyabilmiştir. Tokatlı nadide ustaların kuşaktan kuşağa aktardığı Tokat Bileziği ustalığı Tokat’taki kuyumculuk sanatının başta gelen takılarındandır. Tokat’a özgü bir dille Mengil Kolluk diye de adlandırılan Tokat Bileziği, yedi sıra halinde bükülerek hazırlanmış tellerin toka denilen kilit sistemi ile, birleştirilmesi sonucu oluşur.
Ortalama ağırlığı 100-110 gram civarında olan Tokat Bileziği, yapımı zahmetli bir işçilik içermektedir. Hazırlanan altın çubuklar, silindirden geçirilerek altın tel halini alır. Tokat Bileziğinin yapımında 100-90-80-75 mikron ebatlarındaki teller kullanılır. Bu teller bükülerek ana malzeme hazırlanmış olur. Fakat en zahmetli kısım toka denilen kilit kısmıdır. Tokat Bileziği, hem altın hem de gümüş olarak imal edilmektedir. Altın olanlar, ağırlıklı olarak 22 ayar üretilir. Tokat Bileziğinin yanı sıra Tokatlı sanatkarların ürettiği Tokat perperli (pırpırlı) küpesi, akik taşlı yüzüğü, küpe ve kolye uçları da birer sanat eseridir.

Resim 11: Tokat Bileziği ( Mengil KolluK)
4.3. TRABZON TAKILARI
Trabzon, Doğu Karadeniz Bölgesinde yer alan Trabzon Kafkas’ların ve İran transit yolunun başlangıcında yer alır. Karadeniz’e kıyısı olan diğer ülkelerin limanlarıyla bağlantısı bulunmaktadır. Tarihi ve doğa güzellikleri ile dört mevsim gezip görülebilecek turizm şehridir. Yörede yapılan arkeolojik araştırmalarda, Kalkolitik ve Tunç çağlarına ilişkin buluntulara rastlanmıştır. Trabzon bölgesi, İpek Yolu’yla kurulan bağlantı sonucunda 6. yüzyıldan sonra önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Trabzon ilinin doğusunda Rize, batısında Giresun, güneyinde Gümüşhane ve Bayburt illeri bulunmaktadır. Karadeniz iklimi etkisi altında bulunan ilde, kışları yağışlı ve ılık, yazları ise ılıman geçmektedir.
Trabzon, tarihi, kültürel ve turistik yönden zengin bir yapıya sahiptir. Trabzon'da turistlerin en büyük ilgi odağı Kale Surları, Ortahisar (Fatih Camii), Atatürk Köşkü (Müzesi), Ayasofya Müzesi, Gülbaharhatun Camii, Yenicuma Camii, Küçük Ayvasıl Kilisesi, Maçka İlçesinde bir tarih ve doğa anıtı olan Sumela (Meryemana) Manastırıdır. Ayrıca Bakırcılar ve Kuyumcular Çarşısı ile Çaykara-Uzungöl, Akçaabat-Sera Gölü, Sürmene-Çamburnu, Düzköy-Çal Mağarası ve yayla şenlikleri turistlerin ilgisini çeken yerlerdir. (www.trabzon.gov.tr)
Trabzon ve çevresinde geleneksel el sanatı olarak, taş ve ahşap işçiliği, dokumacılık, hasır bilezik yapımı, bakırcılık, bıçakçılık ve yorgancılık gibi sanatlar eski görkemiyle olmasa da sürmektedir.
Trabzon bakırcı ustaları sanatlarını günümüze kadar canlı bir şekilde devam ettirmişlerdir. Bölgeye özgü karakteristik formlara sahip olan üstten saplı ocak kazanları, bakraçlar, ibrikler, güğümler, süs taşları hoşaf taşları, hamur leğenleri, kapaklı hamsi tavaları, maşrapalar, kapaklı sahanlar, tencereler ve mangallar arcılığıyla bakırcılık sanatı, yöre kültürünün izlerini taşımaktadır.
Yapı malzemesi olarak, ormanlık alanın bol olması dolayısıyla ahşap çok kullanılmıştır. Köy ve yayla mimarisinde ahşap hala vazgeçilmez malzemedir. 100-150 yıl dayanması nedeniyle yörede "ehil ağaç” denilen ve özellikle çatılarda kullanılan kestane ağacı en önemli yapı malzemesidir. Ayrıca çeşitli ev ve mutfak eşyaları da ahşaptan üretilmiştir. İskemle, dolap, tekne, yayık, kaşık, kepçe ve su kapları gibi eşyaların üretimi, az da olsa günümüzde sürmektedir. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Kuyumculuk el sanatında bir çok ürünün yapılmasının yanı sıra, Trabzon’a özgü olan "hasır bilezik” yapımı çok yaygındır. Gerek altın ve gerekse gümüşten hasır bilezik ve kolye yapılmakta ve yurdun bir çok yerine gönderilmektedir. Bileziğin bilerce yıllık tarihi içinden, özelliklerini koruyarak geliyor. Günümüzde hala varlığını sürdüren ve aranan bir takı. Gücünü onu dokuyan ellerden alıyor. Trabzon Hasır Bileziği’nin yapımı tümüyle el işçiliğine dayanıyor. Altın ya da gümüş teller Trabzonlu kadınların ellerinde, ilmek ilmek örülüyor. Bir dantel kadar ince örülen teller, her sanatçı kadının elinde, duygularının da karışımıyla bir başka biçimleniyor. Trabzon hasırının kaybolmaması ve bu güne gelmesini Trabzonlu kadınlara borçluyuz.

Resim 12: Trabzon Hasırı
Bu gün Trabzon Hasırı’nı, Akçaabatlı ve Vakfıkebirli kadınlar ve genç kızlar yaşatıyor. Trabzonlu kadınlar bu becerilerini annelerinden öğreniyor ve kızlarına devrediyorlar. Hasır bilezik, 10-35 arası mikron inceliğindeki altın ya da gümüş tellerin ilmek ilmek örülmesiyle yapılmaktadır. Tamamen el emeği, göz nuru olan bu sanatı, kuyumcuların verdiği telleri evlerinde ören Trabzonlu genç kızlar ve kadınlar yaşatmaktadır. Kuyumculukta ayrıca, "telkari" tekniğiyle çeşitli süs eşyası üretilmektedir. Takunya süslemesi, resim çerçevesi, çay kaşığı vb. örme gümüş ve altın "tespih püskülleri" de Trabzon kuyumculuğunun özgün örnekleridir. Günümüzde Trabzon ve ilçelerinde 1000 kadının hasır örme işini öğrendiği tahmin ediliyor.
VI. BÖLÜM
GÜNEYDOĞU ANADOLU TAKILARI
6.1. DİYARBAKIR TAKILARI
Diyarbakır eski zamanlarda Amida olarak bilinirdi. Dicle Nehri kıyısına bazalt bir yaylaya yayılmıştır. Siyah bazalt taştan yapılmış surlar kenti kuşatmaktadır. 16 kalesi ve 5 çıkış kapısı olan 5.5 km uzunluğundaki bu surlar, yazıtlar ve kabartmalarla dekore edilmiştir ve ortaçağ askeri mimarisinin şahane bir örneğini oluşturmaktadır.
Melik Şah tarafından yaptırılan Ulu Cami, orijinal dizaynı ve hem Bizans, hem de daha eski mimari malzemelerin kullanılmış olması bakımından ilginçtir. Civardaki Mesudiye Medresesi'nin mihrabı yerel siyah bazalttan yapılmıştır. Safa Camii, tuğladan yapılmış minaresi ile Pers etkisini sergilerken, Nebii Camii tipik Osmanlı tarzını temsil etmektedir. Halen bugün kullanılan Meryem Ana Kilisesi ziyaret için ilginçtir. Yakın zamanın yerli mimarisinden bir örnek görmek için yazar Cahit Sıtkı Tarancı'nın restore edilmiş evi görmeye değer yerlerden biridir. Mardin kapısında şimdi otele dönüştürülmüş olan Deliler Hanı (1527) ticaret yapan kervanların Diyarbakır'da durdukları zamanın havasını yaratmaktadır. Tam kent surlarının dışında, ırmak kenarında, bugün bir müze olan Atatürk'ün Evi yer alır. Kentin güneyinde, 1065 yılında yapılmış Dicle Köprüsünde, Dicle Irmağı'nın, köprünün ve kent surlarının fotoğrafını alabilirsiniz. Eğer mevsim yaz ise Diyarbakır karpuzunu sakın unutmayın. (www.diyarbakır.gov.tr)
Geleneksel el sanatları içerisinde kuyumculuk, ipekçilik, bakırcılık önde gelmektedir. Diyarbakır el sanatları Birinci Dünya Savaşı’na kadar çok ileri bir düzeydeydi. Örneğin Konya’daki Mevlana Türbesi’nin ikinci kapısı, Bağdat’taki İmam-ı Azam Türbesi’nin nefis altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize, şamdan ve kandilleri Diyarbakır’da yapılmıştır. Eskisi kadar olmamakla beraber günümüzde de önemini koruyan bu el sanatlarında ‘hasır bilezik, ‘kişniş gerdanlık’ ‘gümüş işlemeli nalın’ ve ‘çekmece’ler, Diyarbakır kuyumcularının beğenilen ürünleri arasında yer alır. Eski Diyarbakır kuyumcularının önemli bir bölümü uzun yıllar önce İstanbul’a göç ederek yerleşti. (www.diyarbakır.gov.tr)
Toprak işleri, saraçlık, keçecilik, kilim, heybe gibi dokumacılık, işlemeli peşkir, peştamal, namaz örtüsü yapımı, el dokuması halıcılık, ildeki diğer önemli el sanatlarındandır. İpekböcekçiliği Merkez, Kulp, Silvan ve Lice ilçelerinde yapılmaktadır. İpekli kumaşları, mendilleri, poşuları ile ünlü olan ilde üretim eskiye göre oldukça azalmıştır.
Dünya medeniyetlerinin kavşak noktası, Diyarbakır yöresinde yüzlerce yıldır kuyumcular için mesleki ustalığın zirvesi olarak kabul edilen hasır bilezik, kullanıcılar içinde ekonomik gücü gösteren bir statü sembolü olageldi yüzyıllardır... Diyarbakır hasır bileziğinin iki ucunu birleştiren ve yörede de diğer yerlerde olduğu gibi kaş olarak adlandırılan ana hatlarındaki motif, bu bileziği diğer hasır örgüsü ile yapılan bileziklerden ayıran özelliklerden.

Resim 13: Diyarbakır Hasır Bileziği
Diyarbakırlı kuyumcu ustalarının söylediğine göre, kaş üzerine yapılan motif, "dağların arasından güneşin doğuşu”nu simgeliyor. Bu güneşin doğuşunu yansıtmak da ayrı bir kalem ustalığı gerektiriyor. Bu nedenden dolayı herkes hasır bilezik yapamıyor. Tarihi 13. yüzyıla kadar uzanan bu motif, kuyumcu ustaları tarafından "özümüz” diye adlandırılıyor.
6.2. GAZİANTEP TAKILARI
Gaziantep, Güneydoğu Anadolu’yu batıya, Akdeniz ve Ortadoğu’ya bağlayan kara ve demir yollarının merkez noktası oluşu, Gaziantep Havaalanı’nın uluslar arası statüye yükseltilmesi, kente mal, hizmet ve ziyaretçi akınını yoğunlaştırmaktadır. Gaziantep topraklarının 1/4’ü tarıma elverişli olup, bir bölümü Fırat Nehri’nin sularıyla sulanmaktadır. Sulama yapılan yerlerde ekonomi değeri yüksek sanayi bitkileri yetiştirilebilmektedir.
Coğrafi yönden GAP’ın giriş kapısı, sanayi ve ticaret hacmi ile de GAP kalkınmasında temel teşkil eden Gaziantep, ekonomik yönden çevresindeki 20 ili etkisi altında tutmaktadır. Gaziantep Anadolu’daki insan topluluklarının kültürünü yansıtan en eski merkezlerden biridir. Törede Hititlerin en büyük tanrılarından Teşup’un bir tapınağının bulunduğu yazılı kaynaklarda belirtilmektedir. Yunan ve Roma dönemlerinde de dinsel merkez işlevini sürdüren Dülük’te, bu dönemden kaya ve yer altı mezarlarıyla, anıt mezarlar bulunmaktadır. (www.gaziantep.gov.tr)
Kurtuluş Savaşı sırasında Antep halkının topraklarını işgalden kurtarmak için verdiği mücadele ve gösterdiği kahramanlık nedeniyle Antep’e 08.02.1921 tarihinde "Gazi” unvanı verilmiştir. Gaziantep ilinin doğusunda Şanlıurfa, kuzeyinde Adıyaman ve Kahramanmaraş, batısında Osmaniye, güneybatısında Hatay, güneyinde Kilis ve Suriye bulunmaktadır. Akdeniz ve kara iklimi etkisi altında bulunan ilde kışları ılık ve yağışlı, yazlar sıcak ve kurak geçer.
Gaziantep gerek tarihi eserleri, gerekse modern şehir yapılarıyla gezilmeye değecek nadide bir şehirdir. Gaziantep ve çevresinde gezintisine çıktığımız zaman, 100. yıl Atatürk Kültür Parkı, Yesemek Açık Hava Müzesi, Belkıs (Zeugma), Gaziantep Kalesi, Hisar Anıt Mezarı, Burç Göleti, Dülük Kaya Mezarları, Tilmen Höyük, Gaziantep Üniversitesi, Arkeolojik Eserler, Antep Fıstığı, yemekleri, Camileri, Hz. Ökkeşiye Türbesi, Rumkale, Sof Dağı Yaylası, Kavaklık Mesire Yeri, Hızır Yaylası, Etnografya Müzesi, Atatürk Heykeli, Şahinbey Anıtı ve Şehitler Abidesi görülmeye değer yerler arasındadır.
Anadolu’nun her şehrinde olduğu gibi Gaziantep’te de el sanatlarının bir çok çeşidi halen sürdürülmektedir. Sedefçilik, bakırcılık, kutnuculuk, aba dokumacılığı, yemenicilik, zurnacılık, Antep işi el işlemesi, küpçülük, gümüş işlemeciliği, kuyumculuk ve Gaziantep kilimciliğini sayabiliriz. Sedefçilik hammaddesi, midye kabuğu, çeşitli teller, ceviz ağacı olan sedef ve sedefkarlık sanatı ilde yaygın bir şekilde yapılmakta ve üretilen sedef işlemeler turistik bölgelere ve yurt dışına ihraç edilmektedir. Gaziantep bakır işlemeciliği ise tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bakır ürünler yekpare olarak imal edilir. Yani lehim ya da başka bir yolla birleştirme yapılmaz. Yemeniler ise, üstü kırmızı ya da siyah deriden, tabanı ise köseleden dikilen topuksuz ve çok sağlıklı olan bir tür ayakkabıdır. Yemeni diken ustaya da "köşker” denir. Antep işi ise, beyaz kumaş üzerine iplik sarılarak ve çekilerek, beyaz, sarı krem rengi ipliklerle çeşitli susma ve ajurlarla süslenerek işlenir. Antep işi ilk defa Antep ve çevresinde ev hanımları tarafından yapıldığı için bu adla adlandırılmıştır. Günümüzde ise işleme tekniği bozulmadan sim, renkli iplikler ve yardımcı nakış iğneleri kullanılarak çok güzel işlemeler yapılmaktadır. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Gümüş işlemeciliği ve kuyumculuk da Gaziantep’te yaygın ve çok önemli bir yere sahiptir. Karkamış, Dülük, Belkıs antik kentleri ve höyüklerinden çıkartılan gümüşler, gümüş işçiliğinin ve kullanımının Gaziantep ve yöresinde eskiden beri çok yaygın olduğunu gösteriyor. Günümüzde hızla çoğalan gümüş işleme atölyeleri bu sanatın çok hızlı geliştiğini ve önemli döviz girdisi sağlandığını göstermektedir. Altın işlemeciliği Gaziantep’te Cumhuriyetin ilanından sonra gelişmiştir. Gaziantep’te yayılan altın işlemeciliğinin en önemli özelliği üretimde 22 ayar altın kullanılmasıdır.
Gaziantepli ustaların yaptığı "baklava dilimi” ve "yıldızlı bilezik” modellerinin üretimi günümüzde hala sürmektedir. Yıldızlı bileziğin yapımı küçük halkaların yapımı ile başlıyor. Haddeden geçirilen altın tel yeterli inceliğe geldiğinde halka şeklinde sarılarak kesilir. Halkalar üçerli veya dörderli olarak ucuca getirilir ve üzerine yuvarlak astar parçalar veya pıt pıt denilen telden yapılma parçalar kaynatılır. Bileziğin kilit kısmı ise telkari tekniği ile yapılır ve süslemede bitkisel motifler kullanılır.
Baklava Dilimi diye adlandırılan takının küpesi, gerdanlığı, yüzüğü, kol bağı ve kemeri yapılmaktadır. Hazırlanan altın levhalar pres tekniği ile üstü bombeli piramitler şeklinde hazırlanır. Hazırlanan piramitler ince tellerle birbirine tutturulur. Yapılacak takı çeşidine göre şekil alır. Mesela küpe yapılacaksa, yamuk şeklinde oluşturulur ve kulağa geçen kısmı da kaynatılarak küpe tamamlanır. Son olarak dilimlerin üst kısmına çeşitli şekillerde kalem işiyle süslemeler yapılır. Baklava dilimi modeli genelde set halinde imal edilir.

Resim 14: Yıldızlı Bilezik

Resim 15: Baklava Dilimi Küpe
6.3. MARDİN TAKILARI
Mardin ilinin bilinen ilk adı "Marida”dır. Daha sonra Araplar ve Türkler tarafından "Mardin” adı verilmiştir. M.Ö. 3000 yıllarında tıpkı diğer Güneydoğu Anadolu bölgesi yerleşimlerinde görüldüğü gibi Hurri ve Mitanni kültürü etkili olmuştur. Bu olgu, Güneydoğu Anadolu’nun etnik ve kültürel yapısını da büyük ölçüde etkilemiştir. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)
Mardin, mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğunun şiirsel kentlerinden biridir. Mardin'de, farklı dini inanışlar paralelinde, sanatsal açıdan da tarihi değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini eserler barındırmaktadır. Mardin, İpek Yolu güzergahında olup, 5 han ve kervansaray mevcuttur.
Mardin ilinin ekonomik yapısı tarım, ticaret ve son zamanlarda artış gösteren imalat sanayi ile küçük çaplı sanayi ve el sanatlarına dayalıdır. Mardin, diğer illere ve özellikle yurt dışına, Ortadoğu’ya yakın sınır illerinden birisi olması özelliği ile de transit taşımı güzergahında önemli bir yere sahiptir. On bin yıllık zengin bir tarihi geçmişi olan Mardin, tarihi, kültürel, arkeolojik ve doğal turizm değerlerini bir arada görmek mümkündür. İlin Nusaybin sınır kapısı ve Habur sınır kapısına yakın olması sebebiyle nakliyecilik gelişmiştir. Mardin dinlerin buluşma noktası gibidir. Yörede düğün adetleri de çok renkli ve gösterişlidir. Düğünler genellikle Pazartesi günü başlar, ancak düğünün en renkli gecesi Çarşamba gecesi olan kına gecesidir. (www.mardin.net.tr)
Mardin’de 3.5 metre ve daha büyük yollara "ıskak” denilmektedir. Eğer dar geçitlere girdiyseniz bunların en küçükleri 60 cm olup "zabok” adı verilmektedir. Evlerin altından geçit veren kemerlere ise "abbara” adı verilmektedir. Kent tümüyle bir kayalık üstünde ve taşlardan inşa edilmiştir.
Geçmişten bu yana farklı dini inançlar ile gelenek ve göreneklerini çağdaş bir anlayış içinde sürdürmekte olan Mardin, bu çeşitliliğin bir yansıması olarak el sanatlarının da beşiği olmuştur. Testicilik, demircilik, bakırcılık, kalaycılık, kuyumculuk, gümüşçülük, iğne oyası, Midyat el nakışı, yorgancılık, oyacılık, boyacılık, sabunculuk, dericilik, dokumacılık, kilimcilik, halıcılık, semercilik, keçecilik, tahta oymacılığı, sedef işlemeciliği, kalburculuk ve taş oymacılığı gibi yöreye özgü el sanatları eski çağlardan beri devam etmektedir. (Türkiye’nin Değerleri Ansiklopedisi)

Resim 16: Telkari Set
Gümüşün haddeden akışı sanatkarın ellerinden şekillendiği telkari, Mardin’e özgü el sanatlarındandır. M.Ö. 3000 yıllarına dayanan bu müstesna sanat, Mezopotamya’nın bereketli topraklarında filizlenmiş, usta çırak ilişkisi ile günümüze kadar taşınmıştır. Türlü safhalardan geçerek ve gittikçe bugüne ulaşan telkari, Mezopotamya coğrafyasın da en çok Mardin’de yapılmış ve bu sanatın en güzel örnekleri Mardin’de meydana gelmiştir. Doğu medeniyetlerinin en incelikli sanatlarından telkari 25 mikron gümüş telden gümüşün eritilerek haddeden geçirilmesi ve bu yolla elde edilen gümüş tellerin özel tekniklerle biçimlendirilmesi işlemlerine dayanır. Telkari tel şekliyle işleniş biçimiyle de bu sonsuzluğun içinde yer edinmiş insanı temsil eder. Telkari, emek, sabır ve zarafettir. Telkari göz alıcı bir güzellik ve seyir zevkinin doruklara ulaştığı bir inceliktir.
Telkariye Anadolu’nun pek çok yöresinde rastlanmaktadır. Ancak Mardin ve Midyat’ta yapılan telkari sanatının yeri başkadır. Midyat telkarisini diğer yörelerdekinden ayıran özelliği ince işçiliğidir. Ayrıca pek çok yerde 35 mikron tel kullanılırken, Midyat telkarisinde ortalama 22 mikron tel kullanılmasıdır. Midyat telkarisinde ağırlıklı olarak gümüş kullanılıyor. Telkarinin yapımını kısaca anlatacak olursak; gümüşün eritilmesi, tel çekme, model hazırlama, kılavuz da denilen iskeletin yapılışı, iskeletin içinin çift yardımı ile ince tellerle doldurulması, birleştirme ve ağartma işlemlerini sayabiliriz. (Yaşayan Anadolu Takıları)