ALTININ TİCARİ DEĞERİ
I.BÖLÜM
ALTIN
1.1. ALTININ TANIMI
1B gurubu soy metallerinden olan altının özellikleri arasında, korozyon direnci, sülfürlenmeye ve oksitlenmeye karşı direnç, iyonlaşma serbestisi, diğer metallerle kolay alaşım yapabilme, yüksek elektrik ve ısı iletkenliği sayılabilir. Parlak sarı, yoğun; havadan, sudan etkilenmeyen ve ticari değeri çok yüksek olan altının kimyasal element olarak simgesi Au ‘dur ve Latince "aurum”un kısaltmasıdır.
Doğada oldukça az ama neredeyse katıksız halde bulunan, havadan ve sudan etkilenmeyen, bu yüzden kararıp paslanmayan ve de çok kolay işlenebilen altın, belki de bu özellikleri ile insanlığın ortak tutkusu olmayı başarmıştır. Diğer maddelerle ve oksijenle reaksiyona girmemesi parlaklığını devamlı korumasını sağlar. Altına şekil vermek diğer metallere göre çok daha kolaydır. Kolayca haddelenmesi, bakır, gümüş ve diğer bazı metallerle değişik renk ve özelliklerde alaşımlar oluşturması onu süs eşyası yapımında eşsiz kılar. Ayrıca altının çok iyi bir iletken olarak son yıllarda elektronik sektöründe de endüstriyel manada kullanılmaya başlanması onun değerini arttıran unsurlardandır.
Altın işlemeye o kadar uygun bir metaldir ki, 1 gram altın dövülerek 1 metrekare alanı kaplayacak boyuta getirilebilir. Ayrıca altın çok yoğun bir maddedir: 19,3 gram / santimetreküplük yoğunluğu ile bir kilogram suyun sığdığı yere 19,3 kilogram altın sığabilir. İşin aslı, 1 litrelik bir süt kutusunun içine saf altın doldurulursa pek çoğumuz bunu tek elimizle kaldıramayız; çünkü ağırlığı 20 kg civarına yaklaşır.
1.1.1. Altının Teknik Özellikleri
Altın gibi soy metaller için ons ölçü birimi kullanılır ( 1 ons = 31,1 gram ). Altın için saflık ise, alaşım içindeki altın metalinin alaşım ağırlığına oranıdır. Bu oran binde olarak ifade edilir birimi " milyem” dir. Ticari olarak kullanılan külçe altın en az 995 milyem ( kütlece % 99,5 altın ) ya da yukarı saflıktadır. Saflık oranını göstermede kullanılan bir diğer sistem olan ayar sisteminde ise 24 ayar altın 1000 milyem saflıkta kabul edilir.
Altın, mücevher sanayii dahil, pek çok alanda saf olarak kullanılmaz. Hem değerli oluşu, hem de saf halinin çok yumuşak olması buna engeldir. Bunun yerine bakır ve başka maddelerle alaşım haline getirilir. Bu alaşımlarda altın kütlesini diğer metallerin kütlesine oranına " ayar " adı verilir. Örneğin mücevher yapımında altın genelde 22, 21, 19, 18, 14, 10, 9 ve 8 ayar olarak kullanılır.
24/24 oranına saf altın olarak ele alırsak, 14 ayar altının içerisinde yaklaşık % 58,35 ( 583,5 milyem ) oranında altın olduğunu hesaplayabiliriz. ( 14/24 = 0,58333... ) Aynı yöntemle diğer ayarlardaki altınların da kütlece ne kadar saf altın içerdiğini bulabiliriz.
18 ayarlık ( 750 milyem altın içeren ) altın alaşımları gümüş ve bakır miktarına göre ayrımlı renkler alır:
750 milyem altın + 250 milyem gümüş = Yeşil altın
750 milyem altın + 125 milyem gümüş + 125 milyem bakır = Sarı altın
750 milyem altın + 190 milyem bakır + 60 milyem gümüş = Pembe altın
750 milyem altın + 250 milyem bakır = Kırmızı altın
Türkiye ‘de altın 22, 18 ve 14 ayarlarda tanınırken, Latin Amerika’da genelde 10, İngiltere’de 9, Almanya’da ise 8 ayar olarak kullanılır. İspanya ve Portekiz’de 19, Arap ülkelerinde ise 21 ayar altın mücevher talep edilir.
1.2. ALTININ TARİHÇESİ VE KULLANILDIĞI ALANLAR
Doğada dağ ırmaklarının yataklarında, alüvyon birikintileri arasında ufak külçeler ya da kırıntılar biçiminde, sarı ve parlak rengiyle kolayca göze çarpan altın, insan oğlunca ilk keşfedilen madenler biridir. İ.Ö 5000’den itibaren ufak süs eşyalarında görülen altının yaygın olarak kullanılmaya başlandığı dönem İ.Ö üçüncü bindir.
Eski Tunç Çağı yada Bronz Çağı olarak da tanımlanan bu dönemde altın kullanımı oldukça artmış, ticareti yapılmaya başlamış ve yüksek sanatsal işçilikle objelerin imalatı başlamıştır. Başlangıçta altın toz halinde, yıkama yöntemiyle elde edilmiş ve eritilerek külçe haline getirildikten sonra dövülerek istenen biçim verilmiştir. Eserlerin üzerindeki çizgilerden, ince kum ile perdahlandığı anlaşılmaktadır.
Anadolu’da çok eski dönemlerden beri yıkama yöntemiyle altın elde edildiği bilinmektedir. Bunun yanında altın cevheri Kafkasya, Mezopotamya ve Mısır’da da bulunmaktadır. (P dergisi, s. 24, 2001)
1.2.1. Altının Kullanımı
Arkeolojik kazılar, İÖ üçüncü binde Anadolu’nun batısında Troya, iç kesimlerinde Alacahöyük, Eskiyapar, Horoztepe ve Mahmatlar’da altın işçiliğinin yaygın olduğunu ortaya koymuştur. Aynı dönemde Mezopotamya ile Mısır ve Ege’de de altının kullanılmaya başladığı görülür.
İÖ üçüncü bin yerleşmeleri arasında yapılan arkeolojik çalışmalar, dünyanın en seçkin altın eserlerinin Çorum ili yakınlarındaki Alacahöyük ve Mezopotamya’da Fırat nehri üzerinde, Basra körfezi yakınlarındaki Ur kentinde yaratılmış olduğunu ortaya koymuştur. Birbirinden kilometrelerce uzaklıkta olmalarına rağmen her iki merkezin kral mezarlarında ele geçen eserler, yapım teknikleri, işçilik, kuyumculuk ve estetik açısından yüksek kaliteye tanıklık etmekte ve büyük benzerlikler göstermektedirler. Yaklaşık 5000 yıl önce, gerek Alacahöyük, gerek Ur kentlerinin sanatkârları tarafından altın madenine uygulanan dövme, döküm, perçinleme, kaplama gibi yapım tekniklerinin yanı sıra kazıma, kabartma, granüle, delik işi ( ajur, kesme ), kakma, telkâri ve renkli taş ile süsleme tekniklerinin günümüze kadar aynen gelmesi şaşırtıcı olduğu kadar heyecan vericidir.
1.2.2 Altının Dinsel Amaçlı Kullanımı
Eski Tunç Çağında kent devletlerinin egemen olduğu Anadolu’daki en önemli merkezlerinden biri olarak kabul edilen Alacahöyük’ün Hatti krallarına ait olduğu sanılan 13 adet taş örgülü oda biçimli mezarları şu ana kadar en zengin ölü hediyeleri veren İÖ üçüncü bin merkezi olarak dikkati çeker. Armağanlarıyla mezarın ortasına ‘ ana rahminde duruş ‘ tarzında yerleştirilmiş ölünün hediyelerinin çoğunluğuna altın, gümüş, elektrum ve tunç eşyalar oluşturur. Bunların yanında kehribar, akik, kaya kristali, demir ve pişmiş toprak olanlarda görülür. Mezara bırakılan hediyeler diadem, gerdanlık, iğne, bilezik, toka, küpe gibi süs eşyalarının yanı sıra altın vazolar, sürahiler, kadehler, tunçtan ve altından silâhlar, dinsel amaçla kullanıldığı sanılan güneş kursları, sistrumlar, tanrı ve tanrıça heykelleri, geyik ve boğa heykelleridir.
Oldukça çeşitlilik sunan ölü hediyelerinde işçilik açısından ahenk ve cesaretli çalışma özellikle göze çarpar. H. Z. Koşay, Alacahöyük’te ele geçen eserlerin ‘dini fikre hâdim (hizmet eden )’ diye yorumlamaktadır.
1.2.3. Altın Kupalar
Alacahöyük mezarlarında ele geçen altın eserler kullanım özelliklerine göre içki ve yemek kapları, silâhlar ve süs eşyaları olarak incelendiğinde, yayvan, derin ve geniş ağızlı, sarmaşık çiçeğini andıran sarmal bezemeli, oluklu, içi boş ince uzun bacaklı ve kaideli kupalar ilk dikkati çeken grubu oluştururlar. Törenlerde kullanıldıkları sanılan altın kupalardan en iyi durumdaki örnekler, B ve K mezarlarında ele geçen iki kupadır. Aynı türde yapılmış olduğu anlaşılan diğer iki örnek ise yine aynı mezarlarda ele geçmiş olmalarına rağmen yanmış durumdadır. Bu kupalardan birinin yalnızca sarmal kıvrımlı kaidesi kalmıştır. İçi sert bir madde ile doldurulmuş kaidenin üzerindeki bezemelerden, B mezarında sağlam olarak ele geçen kupanın eşi olarak tasarlandığı anlaşılmaktadır. K mezarında ele geçen yanmış durumdaki diğer kupanın da aynı şekilde tasarlandığı belirgindir. Ortalama yükseklikleri 13-14 cm. olan, günümüz şampanya bardaklarını andıran kupalar, 2 mm. Civarındaki kalınlığı nedeni ile kolaylıkla eğilebilmektedir.
Alacahöyük kral mezarlarının içki kapları arasına B ve K mezarlarında ele geçen iki altın sürahiyi de eklemek gerekmektedir. Kutsal törenlerde krallara altın kupalarda sunulan içkiler bu görkemli işçilikli seçkin sürahilerden dökülüyor olmalıdır. Şişkin yuvarlak gövdeli, uzun boyunlu, dışarı doğru uzanmış ağızlı, kulplu sürahiler, hem dövme tekniği ile uzatılmış boyunları, hem de aynı yöntemle birleştirilmiş kulpları ve hafifçe oluklu süslemeleriyle birbirlerine çok benzemektedirler. Ancak B mezarındaki örnek daha ince uzun boynu ve orantılı gövdesiyle zarafet farkı yaratmaktadır. 14,3 cm. yüksekliğinde, 8,8 cm. genişliğindeki B mezarı sürahisi, boynundaki üç sıra paralel kazıma, kulpundaki balıkçı motifi ve gövdeden itibaren aşağıya doğru inen ringa balığı kılçığını andıran zigzag kazıma ile dikkati çeker. Sürahinin dibine tersten bakıldığında gövdeden aşağıya doğru on sekiz koldan inen kazımanın, altı kollu bir yıldıza dönüştüğü fark edilmektedir. Alacahöyük altın sürahilerinin pişmiş topraktan yapılmış benzerleri yine İÖ üçüncü bin yerleşmeleri içinde Alişar, Boğazköy, Kültepe, Troya, Ahlatlıbel’de ele geçmiştir.
Alacahöyük içki kapları arasında tek kulplu fincanları da saymak gerekir. L, H, MA ve K mezarlarında ele geçen bu kaplardan L ve H mezarlarındakiler altın, diğer ikisi gümüş ve altının birlikte kullanıldığı örneklerdir. 2,3-4 cm. yükseklik ile 6,5-8 cm. arasında değişen ağız çapları ve bezemesiz sade işçilikleri ile dikkati çekerler. Fincanlar çekiçle dövülerek yapılmışlardır.
Resim 1: Kadeh
Aynı teknikte yapılmış bir başka grup ise yine törenlerde kullanıldığı sanılan ufak altın kaplardır. Yükseklikleri 5,7-8,1 cm. , genişlikleri 8,2-11 cm. arasında değişen minyatür kapların üstü kesik, dışa doğru çıkıntılı ağızları, yassı küre şekilli karınları, dibe doğru daralan gövdeleriyle belirli bir stil birlikteliği içinde bulundukları gözlenir. Kaplar üzerinde oluklu kazıma bezemeler ve gövdede akik düğmeli süslemelerde mevcuttur.
Resim 2: Küçük Gaga Ağızlı İbrik
1.2.4. Altın Silahlar
Silah, daha ilk çağlardan başlayarak, insanoğlunun doğal olaylara ve düşmanlarına karşı kendisini savunmak için geliştirdiği bir araçtır. Delici,kesici,koruyucu ve daha sonraki dönemlerde ateşli olarak gelişim gösteren silahlar çoğunlukla üzerindeki titiz işçilikten dolayı sanat eseri niteliği kazanmışlardır. Ancak modern çağ ile birlikte fabrikasyon imalata geçilince bu el sanatı işçiliği değişimini kaybetmiştir.
Silahlar, geleneksel olarak bulundukları bölgenin şartlarına uygun formda ortaya çıkmışlardır. İslam dünyasında her zaman kutsal bir anlam taşımış olan silahların pek çoğu ve özellikle de padişahlara, önemli kişilere ait olanlar büyük bir özenle saklanmışlardır. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki silahların büyük çoğunluğunun günümüze sağlam bir biçimde ulaşabilmiş olmasının başlıca nedeni budur.
Günümüze gelen eserler arasında yalnızca altından hazırlanmış parçaların nadide oluşu dikkatimizi çekmektedir. Bunun nedeni büyük bir olasılıkla, daha sonraki yüzyıllarda para darlığı ile karşı karşıya kalan Hazine’nin değerli madenleri eritmek zorunda kalmış olmasıdır.
Silah yapımıyla ve tezyinatlı silahların hazırlanmasıyla son derece uzmanlaşmış ustalar uğraşmışlar, bunların yanı sıra bu uğraşa kuyumcular da katılmışlardır. (P dergisi, s. 84, 2001)
1.2.4.1. Yatağanlar
16. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Türk silahlarından yatağanların tabanları kısa, az eğri, iç kenarları keskin ve uçları sivridir. Bu nadanle kesici ve delici özellikleri fazladır. Kabzaları fildişinden ve altından yapılmıştır. Gerek tabanları, gerek kınlarındaki altın ve gümüş işçiliği hemen dikkat çekmektedir. Osmanlı kara ve deniz ordularında yaygın bir biçimde kullanılmış olan yatağanlar üzerlerindeki süslemeler yüzyıllar boyunca sınırlarımız dışına taşmış, Türk maden sanatı teknikleri ve desenleri kolayca Balkan ve Avrupa ülkelerine yayılmıştır.
Resim 3: Yatağan
1.2.4.2. Kalkanlar
Kalkanlar genellikle demir,bakır, fil ve gergedan derisi, kaplumbağa kabuğu, hasır, söğüt dalı ve kamıştan yapılmışlardır. Söğüt kalkanlarda savunmayı ortadaki demir veya çelikten yapılmış göbek ( zırh ) karşı darbeleri kaydırarak, etkisiz bırakmak suretiyle sağlardı. Göbeğin çevresi ise stilize edilmiş lâle motifi, sümbül, karanfil ve bulut motifleriyle neredeyse bahar havasını yansıtır. Bunlar ince söğüt dalları ve kamışlar üzerine ipek iplik sarılarak ve iğne ile bastırılarak sepet örer gibi işlenmişlerdir. Hepsinin iç kısmında tutmaç denen ve kalkana gelen sert darbeleri de yumuşatan bir kulp bulunmaktadır. Söğüt kalkanlar daha çok merasim kalkanı olarak kullanılmışlarsa da, Mohaç Savaşı’nda 235 adet söğüt dalı örgülü kalkanın kullanılmış olması, ordu içerisinde bir grup seçkin askerin bu kalkanları savaşlarda da kullandığını göstermektedir.
1.2.4.3. Miğferler
Türk miğferlerinde her yüzyılın kendine özgü özellikleri vardır. 14. yüzyılın sonu ve 15. yüzyıl Türk miğferlerinin hemen hepsi göz siperlikli ve peçeliklidir. Gövde ince ve sivridir. 16. yüzyıl, Türk miğferlerinin en gelişmiş dönemi olarak kabul edilir. Oranlar son derece uyumlu ve başarılı bir biçimde kullanılmıştır. 17. yüzyılın başında tepeliğin işlevini yitirdiği ve gövdenin bazen dilimli, bazen düz olduğu görülür. Yine bu dönemde, göz siperliklerinin kalkarak, yerine alın siperlerinin geldiği anlaşılmaktadır. Koleksiyonlarımızda, bayramlarda ve özel tören günlerinde giyilen değerli taşlarla süslenmiş ve çok güzel altın kakmalı yazılarla bezenmiş miğferler de bulunmaktadır. Süsleme olarak kazıma, kakma, kabartma tekniği ile bitkisel motifler ve bolca yazı uygulanmıştır. Koleksiyonda 17. yüzyıla ait çok sayıda tombak miğfer, az sayıda da olsa yine 18. yüzyıla ait tombak peyk başlığı yer almaktadır.
Resim 4: Murassa Miğfer
1.2.4.4. Zırhlar
Türk zırhları, 15. ve 16. yüzyılda Memlûk zırhlarıyla çok yakın benzerlik gösterirler. Türk zırhları zincir örme olarak yapıldıklarından, tamamen çelik yüzeylerle kaplı Avrupa zırhlarından daha kullanışlıdır. Hem hareket olanağını arttırırlar, hem güneşte daha az ısınırlar, hem de delikleri tenin havalanmasını sağlar. Ayrıca, soğuktan korunmak için üzerlerine elbise giyilebilir. 17. yüzyıldan sonra bu zırhlarda kullanılan çelik levhalardan vazgeçildiği, bunun yerini taşınması ve kullanılması daha kolay olan, baştan başa zincir örgünün aldığı görünmektedir.
Resim 5: Kartal Süslemeli Zırh
1.2.4.5. Topuz ve Şeşperler
Bunlar demir saplı, darbe etkisi güçlü silahlardır. Pirinç ve gümüşten yapılmış üzerleri, adeta kitap ciltleri gibi altın kakma ile tezyinatlanmış topuz ve şeşperler de vardır. Salık ismi verilen topuzun bir diğer çeşidi ise tamamen Türklere özgü bir silahtır. Bu aslında yuvarlak başlı bir topuzdur. Başın kenarlarına ve tepesine, uçlarına bilye bağlı zincirler tutturulmuştur. Vuruş anında bilyelerin karışık hareketi savunma olanağını azalttığından, şaşırtıcı ve ürkütücü bir etkisi vardır.
Resim 6: Topuz
1.2.4.6. Baltalar ve Teberler
Bütün silâh çeşitlerimizde olduğu gibi balta ve teberlerin üzerinde de altın kakma maden işçiliği, yazılar, bitkisel ve geometrik süslemeler yer almaktadır. Dolayısıyla onlar da hem bir silâh, hem de bir sanat eseridir.
Osmanlı devlet teşkilâtında sarayların muhafız kıtalarına Baltacılar deniliyordu. Teberderan da denen bu teşkilâta devşirmelerden seçilen kimseler alınırdı. Osmanlı ordusunun taburları önünde giden ve balta taşıyan muhafızlar, II. Abdülhamid devrine kadar varlıklarını korumuşlardır.
Silâh olarak kullanılan baltaların, iki taraflı ve derin aksamı ay biçiminde uzunca bir sapa geçirilmiş olanlarına teber denir. Aslında, teber Farsça balta anlamına gelmiştir. Ayrıca Türkçede de " ay balta " diye geçmektedir.
Teberler 9. yüzyıldan sonra hükümdarlar ve devlet büyüklerinin önünde giden muhafızların ellerinde merasim ve süs objeleri olarak kullanılmışlardır.
Resim 7: Teber
1.2.4.7. Mızraklar
Ağaç gövdeli olan mızraklar kamış, abanoz ve daha başka sert ağaçlardan yapılmıştır. Mızrak uçları demirden, yassı, sivri ya da tırtıllıdır. Bazılarının temren diplerinde topuzlar bulunmaktadır. (P dergisi, s. 96, 2001)
1.2.4.8. At Alın Zırhları
At, Türklerin yaşamında her zaman önemli bir yer tutmuştur. Türkler, bir atın yetişmesi için ne kadar uzun bir zaman ve ne kadar büyük emek gerektiğini çok iyi bildiklerinden, savaşlarda kendileri kadar atlarını da koruma gereği duymuşlardır.
Yakın dövüş sırasında düşmanın silah darbelerinden korumak için hayvanların başına geçirilen zırh başlıklarına at alın zırhları adı verilmektedir. Bunlar tek ya da dört parçalı olarak iki tipte yapılmışlardır. 16. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak at alın zırhlarının alın kısımlarında, yarım daire ya da üçgen biçimli siperliklerinin yanında, özellikle tombaklı tiplerinde olmak üzere sorguç yuvaları da sıkça görülmektedir. Üzerlerinde Kayı boyu damgası da yer almaktadır.
Hayvan zırh takımının ikinci parçasına boyun zırhı, boyun kalkanı da denir. Bu parça dikdörtgen levhaların çelik halkalarla birbirine eklenmesi suretiyle yapılmaktadır.
1.2.4.9. Kama, Hançer ve Cenbiye
Bunların en belirgin özellikleri, belde taşınmaları ve yakın savaş silâhı olarak kullanılmalarıdır. Üzerlerindeki ince kuyumculuk ustalığı, özellikle kabza ve kınlarında dikkati çekmektedir. Gümüş kabartma ve telkâri ile yapılmış süslemelerde bitkisel motifler ağır basmakta, ama geometrik süslemelere de sıkça rastlanmaktadır. Namluları yay formunda kıvrılmış olanlarına cenbiye adı verilmektedir.
1.2.4.10. Tuğlar
Ağaç gövdeli, çalpar tekniğinde, at kuyruğu örtüsüyle kaplanmış, saçaklı tombak tepelikli tuğlar, hakimiyet, rütbe ve savaş simgeleridir. Osmanlı döneminde çoğunlukla at kuyruğundan yapılmışlardır. Padişahlar sefere çıkarken, Tuğ-ı Hümayunlar da beraberlerinde götürülür bu nedenle törenler düzenlenirdi.
1.2.4.11. Tüfekler
Tüfek, Osmanlı ordusunda 16. yüzyıldan başlayarak yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Çakmaklı tüfeklerin siper arkasına, kale mazgallarına yerleştirilen büyük ve ağır tiplerine kale tüfekleri deniliyordu. Kale tüfekleri arasında, Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmud için özel olarak yaptırılmış olanları da vardır.
Tüfeklerin namlu ucuna, kabzasına ya da bileklerine genellikle altın ve gümüş kakma olarak işlenen kitabelerinde, sahibinin adı, unvanı, memleketi gibi bilgiler yer alır. Usta adları namlu arkasında, kurma yayı altında ya da tespit levhası üzerinde bulunur; bazen de horoz üzerinde, tuğra ya da diğer kitabelerin içinde görülebilir. Genellikle altın ya da gümüş kakma olarak, ‘ sene ’ şeklinde yazılmışlardır.
1.2.4.12. Tabancalar
İlk örnekleri 17. yüzyılda görülmeye başlanan tabanca küçük boyutlu, kabza, namlu ve ateşleme mekanizmasından meydana gelmiş bir silâhtır. Çakmaklı, kapsüllü ve iğneli ateşleme mekanizmaları tüfeklerle aynı gelişimi izler. Tabancaların önemli bir grubunu da, ateşleme mekanizmaları kapsüllü ve iğneli olmak üzere toplu tabancalar oluşturur.
Osmanlı Devleti’nde de 17. yüzyıldan başlayarak tabanca kullanılmıştır. Türk tabancalarının kabza dibi yuvarlak topuzludur. Dökümhanelerde zor koşullarda yapılan silâhların kabza, dipçik ve namlularının tüm yüzeyleri dönemlerinin bütün sanat özelliklerini yansıtan bir üslûpla yapılmıştır. Tabancaların altın ve gümüş kakmalı namlu ve çakmaklarında genellikle yapımcısının adı yazılıdır. Atölye üretimi olan tabancalarda bugünkü gibi genel bir standart olmadığı için her yörenin ve her atölyenin kendine özgü kabza ve dipçik formu ile tezyinatı vardı. Mekanizmanlar bile bölge ve atölye farklılıklarını ortaya koymaktadır. 18. yüzyıl sonlarında İstanbul’da başlayan fabrikasyon üretimle birlikte Osmanlı tabancaları da diğer uluslar da olduğu gibi geleneksel formlardan farklı olarak, uluslararası formlara uygun biçimde imâl edilmişlerdir.
Resim 8: Çakmaklı Tabanca
1.2.5. Altın Takılar
Alacahöyük mezarlarında altın madeninden yapılmış ufak buluntular arasında süs eşyaları da oldukça önemli bir yer tutar. Daha çok kraliçe, prenses ya da soylu kadınlara ait oldukları sanılan mezarlarda ele geçen altın bilezikler, diademler, tokalar ve iğneler ile sarmal zaviyeli küpeler, kolyeler, gerdanlıklar, süs taneleri, çelenk parçaları, boncuklar, kemerler, el biçimli, imâme biçimli, Grek biçimli süs parçaları ve bunların dışında yaklaşık 500 parçadan oluşan altın boncuklar, pullar, kopçalar, idoller ve borucuklar dönemin zenginliğini göstermesi açısından önemlidir. Bu parçaların büyük bir bölümünün akik taşlarla birlikte kolye ve bilezik olarak kullanıldığı ya da kumaş üzerine aplike edildiği düşünülmektedir.
Süs eşyaları arasında özellikle yaprak şekilli parçalar ile el şekilli taç süsleri ve iğneler Ur kral mezarlarında ele geçen eserler ile büyük paralellikler içerisindedir.
Resim 9: Eski Tunç Çağına Ait Bir Taç
Resim 10: Altın Göğüs Takısı
Resim 11: Savaş Sahneli Tarak
1.2.6. Altın Sikkeler
16. yüzyıl başlarına kadar Balkanlar ve Anadolu’da altın sultani, gümüş akçe ve bakır mangırdan oluşan üçlü ve basit bir para düzeni vardı. Günlük küçük işlemlerde kullanılan bakır mangır ya da pul hiyerarşinin en alt basamağında yer almaktaydı. Daha çok tüccarlar, sarraflar ve yüksek devlet memurları tarafından büyük ödemeler yapılmakta, kullanılan altın sikkeler hiyerarşinin tepesinde yer alıyordu. 16. yüzyılda sultani tüm imparatorluk düzeyinde tek altın sikke konumuna getirildi. Bu tercih hem iktisadi hem de simgesel nedenlerden kaynaklanmaktadır.
Resim 12: Altın Sikkeler
1.3. ALTININ KULLANIM ALANLARI
•Au 198 Kanser tedavisi
•Elektronik
•Kuyumculuk – Dekorasyon
•Dişçilik
•( HauCl 4) bileşiği fotoğrafçılık
•Kolloidal altın tıp ve biyoloji uygulamalarında
II. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE ALTIN
2.1 ALTININ TÜRKİYE’DEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Anadolu’da binlerce yıl önce üretildiği bilinen altın, çok eski çağlardan bu yana, sahip olduğu temel işlevleriyle en gözde metallerden olmuştur. Altının bu önemli işlevlerini, ziynet eşyası olarak kullanımı, servet biriktirme ve mübadele aracı oluşu yanında kolay işlenebilme özelliği, dayanıklılığı ve pek çok endüstri dalında yaygın kullanımı teşkil etmektedir. Ziynet eşyası olarak sahip olduğu önem, bir ölçüde toplumsal kültür tarafından belirlenmekle birlikte, altının servet biriktirme aracı olarak ekonomideki fonksiyonu daha evrensel bir karakter taşımaktadır. Bununla birlikte 2. Dünya savaşı sonrasında dünya ekonomisindeki ve finans piyasalarındaki gelişmeler, özellikle gelişmiş ekonomilerde altının bir servet biriktirme aracı olarak sahip olduğu önemi büyük ölçüde geriletmiştir. Ancak, bununla birlikte az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde servet biriktirme fonksiyonuyla altın hala önemini korumaktadır.
Altın, bütün dünyada olduğu gibi, çok eski dönemlerden beri Türk halkının da en gözde ziynet eşyası ve servet biriktirme aracı olmuştur. Ziynet eşyası olarak altına verilen önem, bu güne kadar hiç altın madenciliği yapılmayan ülkemizde altın işleme sanatının gelişmesine yol açmış ve altını önemli bir geçim kaynağı haline getirmiştir. Özellikle son yıllarda gelişen turizm hareketlerine bağlı olarak, Türkiye’nin altın ihracatının önemli oranda arttığı gözlenmektedir. 1989 öncesinde, ithalat yasak olmasına rağmen ülkeye önemli miktarda kaçak olarak altın girişinin olduğu bilinmektedir. 1989 sonrasında ise, piyasanın talebini karşılamak üzere Merkez Bankası tarafından altın ithalatına başlanmasıyla birlikte ithalatın boyutları hakkında doğru bilgi edinilmesi mümkün olabilmektedir.
2.2. TÜRKİYE’DEKİ ALTIN MADENCİLİĞİ
Madenciliğin tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. İnsanlardan ilk çağlardan günümüze kadar yaşamlarını kolaylaştırmak ve refah düzeylerini yükseltmek için maden üretmişlerdir.
Yeraltı kaynakları sanayinin ana girdileridir. Gelişmiş sanayi toplumları, öncelikle yer altı kaynaklarını iyi değerlendirdikleri için tarih sahnesine çıkmıştır. Devletler arasındaki mücadele, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de yeraltı kaynaklarının üretimi ve tüketimi konularından kaynaklanmaktadır. Madenlerin paylaşımı, yüzyılımızın ortasına kadar, savaş nedenlerinin çoğunluğunu oluşturmuştur.
Madenlerin en önemli özelliği, yenilemez olmaları ve bulundukları yerde üretilme zorunluluğudur. Madenlerin bu özellikleri de göz önünde tutularak, ekonomik olarak işletilmeleri ve ekonomiye katkı sağlaması esas alınmalıdır. Bu gerçekler göz önünde tutulduğunda, madenlerin yerinde bırakılması, yani işletilmemesi, ekonomiye katkı yapamayacağından, onların doğal zenginlik özelliğini yitirmesi anlamına gelecektir. Gelişmiş ülkelerin iktisadi tarihi incelendiğinde, madenciliğin kalkınmaya çok önemli katkısı olduğu açıkça görülmektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu sosyolojik ( işsizlik vb. ) ve ekonomik sorunların yanı sıra, üretim toplumu olma yerine tüketim toplumu olma eğiliminin günden güne arttığı son dönemlerde, yapılan ve yapılacak olan üretime dönük yatırım projelerinin hayata geçirilmesi, ülke sorunlarının aşılmasında hiç kuşkusuz katkı sağlayacaktır. Sanayileşmemizi sağlayabilmemiz için, yeraltı kaynaklarımızdan maksimum düzeyde yararlanmak zorundayız.
Altının varlığı ülkemizde, yıllardan beri bilinmektedir. 1985 yılında 3213 sayılı Maden Kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte, yerli madencilik kuruluşlarının yanı sıra yabancı kuruluşların da altın arama ve işletmeleri gündeme gelmiştir. 1980’li yılların sonuna doğru ülkemizde yabancı şirketlerin altın aramalarına yoğun bir şekilde girmeleriyle birlikte altın tartışmaları da gündeme damgasını vurmuş ve halen devam etmektedir. Tartışılan konu altının işletilmesinde siyanür kullanılmasından odaklanmaktadır.
Ülkemizde belirlenen altın yataklarının çoğunluğu epitermal yataklardır. Bu tür yataklardaki cevherleşme özelliğinden dolayı, altın kazanımı ancak siyanür kullanımı ile mümkündür. Gerek dünyada gerekse ülkemizde, önlemler alındığı taktirde siyanür kullanımında herhangi bir sorun olmadığı, bilimsel olarak ortaya konmuştur.
Türkiye’de şu ana kadar belirlenen altın rezervi 575 ton olup, bunun 215 tonu işletmeye hazırdır. Yapılan bazı tahminlere göre, potansiyelin 6500 tona kadar çıkabileceği belirtilmektedir. Bunun için aramalara devam edilmesi gerekmektedir. Aramalara devam edebilmenin ön koşuluysa, Türkiye’de altın işletmeciliğinin başlamasıdır. Altın işletmeciliğinin diğer madencilik faaliyetlerinden herhangi bir farklılığı yoktur. Altın üretimi için Türkiye’deki yapıdan dolayı siyanür kullanımı kaçınılmazdır.
Altın, altın içeren kayaçlar içinde çoğunlukla gözle görülemeyecek kadar küçük zerrecikler şeklinde bulunmaktadır. Altın içeren cevherler, önce öğütülerek toz haline getirilir. Öğütülerek serbest hale gelen altın zerrecikleri, içerisinde sodyum siyanür bulunan çelik tanklarda siyanürlemeye tabi tutulur.
Türkiye’de bu güne kadar keşfedilen altın yatakları, düşük tenörlü epitermal oluşum özelliği gösteren yataklardır. Dünyada bu tip altın yataklarından ekonomik olarak altın üretimi, ancak siyanür kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Siyanürle altın-gümüş üretimi yeni bir yöntem olmayıp çok eskiden beri kullanılmaktadır. Örneğin, Etibank tarafından Kütahya-Gümüşköy’de 14 yıldan beri yılda ortalama 900-1500 ton siyanür kullanılarak gümüş üretilmektedir. Gümüş üretiminden dolayı ne işletmede ne de çevre köylerde siyanürden dolayı tek bir olumsuz vakaya rastlanmamıştır. Siyanürün sebep olabileceği tehlikeleri, alınan tedbirlerle önlemek mümkündür. Çünkü siyanür bilinen ve kontrol edilebilen bir risk olduğu için, sanayide rahatlıkla kullanılabilmektedir. Örneğin, Türkiye’de tekstil sanayiinde akrino nitril veya venil siyanür adı altında tüketilen siyanür, yılda 150 bin tonu geçmektedir. Öte yandan kuyumculukta, naylon ve plastik üretiminde, galvaniz kaplamada, boya sanayiinde, ilaç yapımında vb. çeşitli dallarda siyanür kullanılmaktadır.
1999 yılında toplam dünya metal altın üretimi, 2540 ton civarındadır. Başlıca üretici ülkeler: Güney Afrika ( 449 ton ), A.B.D ( 341 ton ), Avustralya ( 302 ton ), Kanada (158 ton ), Rusya (126 ton ), Fransa ( 5 ton ), İsveç ( 4,4 ton ), İspanya ( 3,6 ton ) ve Finlandiya ( 3 ton )’dır. Bu ülkelerin dünya altın üretimindeki payları % 55’tir.
Görüldüğü gibi altın madenciliği, dünyada çevre konusunda duyarlı pek çok ülkede gerekli önlemler alınarak yapılmaktadır. Altın, günümüzde yaklaşık %85 siyanür liçi ile üretilmektir. Dolayısıyla altın madenciliğinin yapılması teknik nedenlere dayandırılarak engellenmemelidir.
Madencilik ve çevrenin barışık olarak ortak bir noktada yaşayabilme koşulları vardır. Bunun için bilime, tekniğe ve bu konudaki uzmanların görüşlerine değer verilmelidir. Bu kapsamda doğal kaynaklarımızın teknik ve bilimsel esaslara dayalı, halkımızın ve ülkemizin yararı doğrultusunda üretilmesi kadar doğal bir şey yoktur.
Maden arama genellikle pahalı bir iş; çok miktarda yatırım gerektiriyor. Örneğin, 2-3 yıllık bir arama programı için en az 1 milyon dolardan söz ediliyor. Ayrıca, bu tür yatırımlarda risk faktörü de çok yüksek olduğu için, ülkemizde daha çok yabancı sermaye bu işe gönüllü. Aramayı yapacak olan şirket ya da kuruluşun, öncelikle bir model oluşturması gerekiyor. Bu bir benzeşim modeli aslında. Bölgesel ve yerel ölçeklerde jeolojisi bilinen yatakların özellikleri, aramanın yapılacağı bölgeninkiyle karşılaştırılarak arama ölçütleri ve yöntemler saptanıyor. Bu karşılaştırmayı yapabilmekse, elbette yeterli bilgi birikimini gerektiriyor. Bunun yanında, ülkemizde aramalar sırasında örneklerin analiz edilebileceği laboratuar olanaklarının kısıtlı olması da, alınan örneklerin uzun süre beklemesine ya da yurt dışına gönderilmesine neden oluyor. Bu da değerlendirme işlemlerini yavaşlatıyor.
Altını bulmak bir sorun, çıkarmaksa ayrı bir sorun. Diyelim ki, altın yatağı bulduk. Madendeki altını nasıl çıkaracağımız yatağın özelliğine göre değişiyor. Eğer 75 mikrondan daha büyük altın tanecikleri söz konusuysa, gravite zenginleştirme; 44 mikron’ dan küçükse, bu defa da flotasyon ( yüzdürme ) denilen yöntemle altın elde edilmeye çalışılıyor. Gerçi bu büyüklükte altın kimsenin gözünden kaçamayacağı için, çoktan tükenmiş ve artık altın arayıcıları oluklu tavalarını rafa kaldırmışlar. Gününüzde ise dünyada en yaygın kullanılan yöntem siyanür liçi. Siyanür liçi ile altın, doğada bir arada bulunduğu diğer elementlerden ayrıştırılabilir. Altının siyanürde çözünebildiği ilk olarak 1846‘da fark edilmiş ve 1887’de düşük tenörlü altın cevherine siyanürleme yöntemi uygulanmış. Halen dünya altın üretiminde %85 gibi bir oranda bu yönteme başvuruluyor. Siyanür, ton başına çok düşük miktarlarda altın barındıran cevherlerden altın elde etmek için kullanıyor. Ülkemizde altın madenciliği ile ilgili hararetli tartışmalara yol açan yöntem işte bu siyanür liçi. Bu yöntemle altın elde edilmesinde, kırma-öğütme, siyanürleme, karbonla tutma, aktif karbondan sıyırma, elektroliz ve atıkların arıtılması aşamaları izleniyor. Amalgamasyon yönteminde ise temel ilke, cıva ile çalkalanan altın parçacıklarının birbirlerine ve cıva kaplı bakır levhaya yapışması. Ancak, oldukça verimsiz olan bu yöntemde artık uygulanmıyor. Henüz endüstride kullanılmayan, ancak laboratuar test sonuçları merakla beklenen başka yöntemlerden de söz ediliyor. Özellikle siyanür korkusunu bastıracak, siyanürlemeye alternatif olacak bir yöntem, hem çevreciler hem de üreticilerce dört gözle beklenmektedir.
Bugünkü koşullarda endüstriyel prosesler içinde siyanür yerine kullanılan başka bir kimyasal reaktif yoktur. Alternatif çözücüler ya çok pahalı ya da siyanürden daha toksiktir. Ancak altın-gümüş madenciliğinde üretim sırasında oluşan siyanür bileşiklerini içeren atık ve atık suların da arıtılması çok önemli ve insani bir zorunluluktur. Gelişmiş ülkeler dahil altın üretimi yapılan pek çok ülkede siyanür arıtma tekniklerinden bir veya birkaçı beraberce kullanılmaktadır.
Sodyum siyanür çözündürmesi yöntemiyle altın-gümüş üretiminin taşıdığı risk, günlük hayatta karşı karşıya olduğumuz, tüp gaz patlaması, doğal gaz yangını, egzoz gazları solunumu, trafik kazası vb. gibi risklerden çok daha düşük düzeydedir. Dünya’ da, 24 ülkede, 600 civarında, sodyum siyanür çözündürmesi ile altın ve gümüş üreten maden bulunmakta ve siyanür yöntemi 100 yılı aşkın bir süredir kullanılmaktadır. Ülkemizde de 1986 yılından bu yana, sodyum siyanür çözündürmesi yöntemi ile, Kütahya 100. Yıl Gümüş Madeninde ortalama 75 ton / yıl gümüş üretilmektedir. Ancak, günümüzde, konunun uzmanı olmayan bazı kişi ve kurumlarca, esasen varolması gereken çevresel duyarlılığı aşan, bilimsellikten uzak ve gerçekleri yansıtmayan bir kampanya yürütülmekte, kamuoyu etki altında bırakılıp, yanıltılmaktadır. Madencilikte siyanür kullanımı ve kullanılan siyanürün bertaraf edilmesi, yıllardır emniyetli bir şekilde uygulanmasına, yasa ve yönetmeliklerle ciddi bir şekilde kontrol edilmesine rağmen, medyada, madenciler tamamen kâr amaçlı, sorumsuz, keyfi, çevre bilincinden uzak bir meslek disiplini olarak lanse edilmektedir. Halbuki Dünya’ da üretilen siyanürün yalnızca %15’i madencilik endüstrisinde kullanılmakta geri kalan %85 ise başta plastik üretimi olmak üzere değişik endüstri dallarında tüketilmektedir. Diğer sanayi dallarında kullanımı hiç dikkat çekmeyen, altın üretiminde kullanılacak siyanür etrafında amacını aşan, toplumsal tepki yaratmaya çalışan zihniyeti anlamak mümkün değildir. Esasen oluşturulan bu duyarlılığı üretim sürecindeki bir denetim mekanizmasına dönüştürmek daha fazla önem arz etmektedir.
Tüm iktisadi faaliyetlerde olduğu gibi altın madenciliğinin de ülke ekonomisi üzerinde doğrudan etkilerinin yanı sıra dolaylı etkileri olacaktır. Dolaylı etkiler içinde özellikle, yaratılan gelir ve ek talep yoluyla ekonominin diğer kesimleri üzerindeki uyarıcı etkileri en önemli bölümü oluşturmaktadır. Yatırım aşamasında bulunan dört projeye ilişkin veriler çevresinde yapılan değerlendirmeler sonucunda Türkiye’ de altın madenciliğinin ekonomi üzerinde olumlu etkiler yaratacağı belirlenmiştir. Bergama’daki tesiste, yılda 6 ton altın ve buna bağlı olarak 33 ton gümüş üretimi amacıyla yurt içinde yapılacak 70 milyon dolar yatırımla, yatırım aşamasında toplam 1050 kişi, işletme aşamasında ise 435 kişiye sürekli istihdam imkanı yaratılmış olacaktır. İşletme aşamasında yaratılacak gayri safî millî hasılaya katkı ise 80 milyon dolar olarak hesaplanmıştır. Diğer projelerin de hayata geçirilmesiyle bu katkı çok daha anlamlı değere ulaşacaktır. Türkiye’de yeni bir madencilik dalı olarak altın madenciliğinin sağlayacağı katkılar doğal olarak yalnızca ekonomik göstergelere yansımakla sınırlı kalmayacaktır. Söz konusu girişim, ülke madenciliğine finansal katkısının yanı sıra, eğitim, bilgi ve teknoloji transferi ile birlikte yeni bir heyecan ve dinamizm kazandırma tarzında önemli katkıları da beraberinde getirecektir. (Bilim Teknik Dergisi, s. 43, 2003)
Sonuç olarak, ülkemizde sınırlı kaynaklarla yapılan etüd ve aramalar sonucunda, küçümsenmeyecek bir altın rezervi varlığınızın söz konusu olduğu belirlenmiştir. Ekonomik kriz şartlarının egemen olduğu bu günlerde yaratılacak katma değer bir tarafa bırakılırsa, AB giriş sürecindeki ülkemizin, genel olarak doğal kaynaklarının üretilmesi, sadece ülkemizi için değil, birlik üyesi ülkeler başta olmak üzere tüm insanlık için önem arz etmektedir. Altın, bu kaynakların en önemlisi ve vazgeçilmezidir. Bu nedenle yalnız insanımız için değil, tüm insanlık için bu varlığımızı elbette çevresel riski en az olan yöntemlerle ivedilikte değerlendirmek ve katma değer yaratmak zorundayız. Maden arama ve işletmeciliği açısından gelişmiş ülkelere göre kıyaslandığında, bakir sayılabilecek ülkemizde, Madenciliğimiz gayri safi milli hasılaya katkısını hızla yükseltmek kuşkusuz en önemli hedeflerimizden biri olmalıdır. Cumhuriyetimizi kuran iradenin, daha başlangıçta ortaya koyduğu bu süreci zaman yitirmeden mutlaka hayata geçirmelidir.
Binlerce yıldır birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu, altın madenciliğinin ilk uygulandığı yerlerden biri. Çorum yakınlarındaki Alacahöyük’ te, altından yapılmış madeni eşyaların en güzel örneklerine rastlanmış. Bunların MÖ 2500’lü yıllardan kalma olduğu tahmin ediliyor. O kadar eski dönemlerde bile, altın madenciliğinin incelikleri biliniyormuş. Gerçi, günümüzdekinden biraz farklı teknikler uyguluyorlarmış; ama, bunların çok işe yarar yöntemler olduğu kesin. Yöntem kabaca, altının bulunabileceği kuvarz damarları ve silisleşmiş zonların önce odun ya da odun kömürü ateşi ile ısıtılması ve sonra üzerlerine soğuk su dökülerek çatlatılması üzerine kurulu. Çatlayan kayalar ufalandıktan sonra, içlerindeki diğer mineralleri ayırmak için yapılan işlem, yıkama. Böylece özgül ağırlığı diğerlerinden daha fazla olan ( 19,3 ) altın çöktürülüp, eritme potasından geçiriliyor ve saflaştırılır.
Altın madenciliğinin çok yaygın olduğu Anadolu’da önemli madenler işletilmiş. Çanakkale’nin güneydoğusunda bulunan Astyra madeni bunlardan biri. İlk olarak Troyalılar tarafından işletildiği düşünülen madenin, Roma ve Bizans dönemlerinde de işletildiği tahmin ediliyor. Yine Çanakkale yakınlarındaki bir eski maden de Şahinli madeni. Şahinli köyüne çok yakın olan maden de oldukça zenginmiş ve uzun süre işletilmiş. Korudanlık madeni ise Bilecik’in Söğüt ilçesine yakın. Bilinen eski madenlerden bir diğeri, Balıkesir yakınlarındaki Beyköy madeni. Lidya kralı Kroisos’un ünlü hazinesinin kaynağıysa, Manisa yakınlarındaki Sart madeni. Bu maden, tarihöncesi dönemlerden Roma dönemine kadar işletilmiş zengin bir madendir. Bergama-Ovacık’ta bulunan Bergama madeni ise sanıldığının aksine yeni bir maden değildir. Ancak burada çok küçük boyutlu ve deneme amaçlı madencilik yapılmış. Yine Batı Anadolu’da olan eski madenlerden biride Balıkesir-Havran yakınlarındaki Küçükdere madeni. Küçükdere madeni de son yıllarda yeniden gündeme gelen madenlerden. Ülkemizde en son işletilen maden I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla etkinliği son bulan Çanakkale-Kartaldağ ( Astyra ) madeni. Aslında bu madenler, tarihi ve arkeolojik değerlerinin yanında madencilik açısından da çok şey ifade ediyorlar. Eski altın yatakları ve madenleri, günümüzde altın arama çalışmalarında kılavuzluk yapıyor. Öncelikle, eskiden altın olduğu bilinen yerlerin yakınlarında arama ve analiz yapılmalıdır.
Şekil 1: Türkiye’nin Altın Madenleri
2.2.1. Bergama Altın Madeni
Ovacık altın madeni, Bergama’nın hemen batısında, Ovacık, Çamköy ve Narlıca köylerinin ortasında yaklaşık 100 hektarlık bir alana kurulu. Belirlenmiş toplam altın ve gümüş rezervi 24’er ton. 2001 Mayıs ayından beri deneme üretimi yapılan madenden, bu güne değin 16 kg. altın ve 16 kg. da gümüş elde edilmiş. Madende çalışan 362 kişinin %80’i yöre insanı. Kimisi zaten hiç karşı çıkmamış madene, kimisi de şu ya da bu nedenden fikrini değiştirmiştir.
Madende ilk adım, açık ocaktan cevher eldesi. Açık ocak alanını açabilmek için, 80 ve 100 yaşının üzerinde 2460 ağaç kesilmiş. Kesilen ağaçlar yerine, şimdiye kadar bölgeye 3000’in üzerinde ağaç dikilmiş. Maden bitiminde de har bir ağaca 10 ağaç gelecek şekilde kapsamlı bir rehabilitasyon projesinin gerçekleştirilmesi düşünülmektedir. (Bilim Teknik Dergisi, s. 49, 2003)
Açık ocak, yaklaşık 800 m uzunluğunda ve 150 m genişliğinde bir alanı kaplıyor. Ancak, alanın her tarafında altın yok; yalnızca M ve S damarları diye adlandırılan iki damarda altın var. Bu damarlarda yapılan sondajlar sonucu belirlenen 24 ton altın ve gümüşün yıllık üretimi, üçer ton olarak planlanıyor. Bu da madenin ömrünün sekiz yıl olduğunu gösteriyor. Ancak rezerv yükseltmek için yapılacak sondajlarda daha fazla altın saptanırsa, bu süre uzatılabilecektir.
Burada yapılan şey, toprağın havalandırılmasına dayalı patlatma ve patlatma sonucunda gevşemiş olan toprağın kaldırılması ( dekavaj ) işlemi. Torak beşer metre aralıklarla delikler açıldıktan sonra bunlara anfo denilen, amonyum, nitrat ve fuel oil karışımı patlayıcı kapsüller koyuluyor. Kapsüller, bağlandıktan sonra, her gün saat 14:00 dolaylarında milisaniye gecikmeli olarak patlatılıyor. Patlatma sırasında titreşimin periyodunu, frekansını ve gürültünün desibel olarak miktarını ölçen aletlerle ölçümler yapılıyor. bunun amacı, resmi olarak izin verilen sınırların aşılmaması. Patlatmadan sonra, gevşeyen toprak ekskavator ve kamyonlarla alınıyor. Altın ve gümüş içeren cevher kısmı cevher stok alanına alınırken, posa kısmı atık barajının inşasında kullanılıyor. M damarının 1/3’lik kısmı, açık ocak çalışmasıyla alınıyor; 2/3’lik kısmıysa yeraltı çalışmasıyla çıkarılmaktadır.
Patlayıcılar için günde 150-200 delik açılıyor. Deliklere, 4, 13, 16 ve 19,6 kg gibi miktarlarda patlayıcı yerleştiriliyor. Bu miktarlar, köye yaklaştıkça azaltılıyor. Madendeki cevherin bir kısmı yüksek, bir kısmı da düşük tenörlü. Damar derinliğine göre cevherin ne oranda tenörlü olduğu biliniyor. Bu sayede de cevher stok alnında sınıflandırılması kolay oluyor. Ovacık’taki altın cevheri, oldukça temiz bir cevher sayılıyor. Ana kayaç, alterasyona ( değişime ) uğramış andezit. Altın, andezitin içindeki kuvars damarlarında bulunuyor. Ancak o kadar küçük ki, gözle görünemiyor: 1 ton cevherin 10 g altın içerdiği epitermal bir yatak.
Resim 13: Cevher Patlatma
İkinci adım, açık ocaktan alınan cevherin kırıcıya getirilmesi. Cevher kırıcıya getirildiğinde, önce kırıcıdan geçiriliyor. Bu kırıcı, belirli bir periyotta cevhere vurarak kırıyor. Kırılan cevher bir banttan geçerek titreşimli eleğe geliyor. Bu titreşimli elekte istenilen tane boyutunu yakalayan parçalar elekten geçerken, yakalanamayanlar ikinci bir kırıcıya gönderiliyor. Bu kırma ve eleme üniteleri, atmosfere kapalı biçimde kurulmuş. Kırma ve eleme sırasında oluşan toz, toz tutma ünitelerinin içindeki fanlarla çekiliyor, duşlanarak çamur haline getiriliyor ve sonra ortama bırakılıyor. Sistem, PLC denilen bilgisayar ünitesiyle çalışıyor. Bu da toz tutma ünitelerini devreye sokmadan, kırma ve eleme işlemini başlatmıyor. Bu işlemler sonucunda cevher, mıcır boyutuna inmiş olmaktadır.
Resim 14: Cevheri Stok Alanına Taşıma
Resim 15: Cevherin Kırıcıya Gelmesi
Resim 16: PLC Bilgisayar Ünitesi
Üçüncü adımda, bu mıcır boyutundaki cevhere kireç ilavesi yapılıyor. Kireç ilave edilmesinin nedeni, pH’ı 10,5’in üzerinde tutma isteği. Bunun nedeniyse, siyanürün düşük pH ortamında, bir başka deyişle asidik ortamda hidrojen siyanür gazına dönüşüp havaya karışma olasılığı. Bu nedenle de sürekli kireç ilavesi yapılıyor. Ayrıca, arıtmada da sülfürik asit nötralize edilirken yine kireçten yararlanılmaktadır. (Bilim Teknik Dergisi, s. 52, 2003)
Resim 17: Cevhere Kireç İlavesi
Bu işlemden sonra, karışım yine bir bantla değirmenlere taşınıyor. Burada iki tip değirmen bulunuyor. Biri çubuklu, diğeri de bilyeli. Değirmenlere geldiğinde 13 mm. Boyutunda olan cevher, altının serbestleşme tane boyutu olan 38 mikrona kadar öğütülüyor. Önce çubuklu değirmene gelen cevher, su ilavesiyle öğütülmeye başlanıyor. Daha sonra da, bilyeli değirmende öğütme işlemi gerçekleştiriliyor. Saatte 37 ton cevher, bu iki öğütme ünitesi sonucunda yaş olarak 38 mikrona öğütülüyor. Değirmenler de bilgisayar sistemine bağlı. Değirmenlerin basınçları bilgisayarlarla kontrol ediliyor. Belirlenmiş basınç düzeyinin altına düşmeyecek şekilde değirmenlere yükleme yapılıyor. Sistemde bir aksilik olduğunda, diyelim ki cevheri taşıyan bant koptuğunda ya da herhangi başka durumda, sistem duruyor. 38 mikrona kadar öğütülen kısım siklonlardan, siyanür ilavesinin yapıldığı liç ünitesine alınırken, öğütülmeyen kısım geri dönüyor. Liç ünitesine almadan önce yapılan işlemse öğütülmüş cevheri %45’i katı, %55’i sıvı olacak şekilde yoğunlaştırmaktır.
Resim 18: Cevhere Siyanür İlavesi
Bilgisayar sistemi aslında tüm süreci kontrol ediyor. Ortamın pH’ının düşmesi durumunda da bilgisayar uyarıda bulunuyor. pH’ta bir düşüş öyle aniden yaşanmıyor neyse ki. Bunun için en az 7-8 saat gibi bir süre gerekiyor. Bu süre de, sürekli kontrol altında tutulması koşuluyla erken müdahale için yeterlidir.
Öğütülmüş çamur halindeki cevherle birlikte, tanklara siyanür çözeltisi pompalama zamanı da geliyor. Siyanürün olaya dahil olmasının nedeni, altının siyanürle tepkimeye giderek çözünmesi ve sıvı faza geçmesi. Bu arada tankın altından da oksijen veriliyor ortama. Siyanür, altın ve gümüşle bileşik oluşturarak katı altın ve gümüşün sıvı bazda tutunmasını sağlıyor. Bu işlem tamamlandıktan sonra çözeltinin altın ya da gümüş içermeyen kısmı, doğrudan arıtma ünitelerine gönderilirken, cevher içeren kısmı diğer tanklara gönderiliyor. Bu sırada, tanklara akışın ters yönünde aktif karbon yükleniyor. Karbonun görevi, çözünmüş haldeki altın ve gümüşü çamurun içinden sıyırmak. Altın ve gümüş karbonun yüzeyinde tutunuyor. Karbon da eklenen çözelti, gözenekleri özel olarak ayarlanmış eleklerden geçiriliyor. Çamur elekten geçerken iri tanecikli karbon, elekten geçememektedir.
Resim 19: Karbon Adsorbsiyonunun ve Siyanür Liçinin Gerçekleştiği Bölüm
Elekte kalan karbon, sıyırma kolonunda asit, su ve siyanürle yıkanıyor. Burada, karbona yapışan altın ve gümüş, karbonu terk ediyor. Şimdi artık altın ve gümüş yüklü bir sıvı var elde. Bu sıvı, elektrolit hücrelerinden geçiriliyor. Buradaki çinko gözeneklerine elektrik verildiğinde, yüklü altın ve gümüş tanecikleri bu gözeneklerde toplanıyor. Gözeneklerden çıkarılıp temizlenen ürün, potada 1200 OC ’de eritiliyor. Sonuçta, altın ve gümüş dore denilen nihai ürün külçelere dökülebiliyor. Altın ve gümüşün karışık halde bulunduğu bu son ürün, rafine edilmek üzere İsviçre’ye gönderiliyor. Geride kalan siyanürlü çamura, arıtma ünitelerinde kükürt dioksit, hava ve su verildikten sonra siyanür siyanata dönüştürülüyor. Siyanat, siyanüre oranla çok daha az zehirli. Bu arada oluşan sülfürik asitse, sisteme ilave edilen kireçle kireç taşı ve jipse dönüştürülüyor. Tanklarda su ile hidrolize uğrayan siyanat da amonyum ve karbona dönüşüyor. Öteki tankta da demir sülfat ilavesi yapılıyor. Cevherde bulunan ağır metallerin arıtılması işlemi, burada gerçekleştiriliyor. Demir sülfat eklenerek, ortamda eşit değerin üstünde bulunan ağır metaller kararlı duruma getirilmeye çalışılıyor. Arıtmadan geçirilen çamur ve çözelti, artık atık havuzuna doğru yola çıkmaktadır.
Resim: 20 Eritme İşlemi
İşlenme sürecinde kullanılan siyanürün tesise taşınmasıysa, basınca ve ateşe dayanıklı, polipropülen torbalarda gerçekleştiriliyor. Katı briket halindeki siyanürün bulunduğu bu torbalar tahta sandıklarda, tahta sandıklar da konteynerler içinde taşınıyor. Tesise gelen konteyner, kimyasal deposuna alınıyor. Gerek duyulan miktarda siyanür, tahta sandıkla siyanür hazırlama ünitesine getiriliyor. Tahta sandığın üstü hiç el değmeden açılıyor. Özel, geçirimsiz iş elbisesi giymiş ve maske takmış işçilerce siyanürün bulunduğu torba, yine el değmeden ufak bir vincin kancasına takılıyor. Uzaktan kumandayla yukarı kaldırılıyor ve demir kapaklar açılınca torba içeri yerleştiriliyor. Demir kapaklar kapatıldıktan sonra, torba bırakılıyor. İçeride bulunan bir demir çubuğa takılan torba yırtılıyor ve siyanür suyla buluşur. (Bilim Teknik Dergisi, s. 54, 2003)
Atık barajı, hem deprem verileri hem de meteorolojik veriler göz önüne alınarak afet yönetmeliğine uygun yapılıyor. Atık havuzunun inşası DSİ denetiminde gerçekleştiriliyor. Öncelikle, barajın kurulacağı doğal yapı ve yanan yüzeyler düzeltiliyor. Daha sonra sette ve yanan yüzeyleri 50 cm’lik sıkıştırılmış bir kil tabakası seriliyor. Bu kil tabakasının arasına yüksek yoğunlukta polietilen denen ve 10-10 geçirimsizlikte 1,5 mm’lik jeomembran yer sergileri seriliyor. Bunların üzerine 20 cm’lik ikinci bir kil tabakası seriliyor. İkinci kil tabakasının üstüne de drenaj malzemesi ve mıcır ekleniyor. Havuza atık bırakıldığında çamur çöküyor; suysa drenaj sistemi ile ortadaki toplama kulesinde toplanarak altını arıtma sistemine geri pompalanır.
Atık havuzunun etrafında altı tane gözlem kulesi bulunuyor. Bu kuleler aracılığıyla su, çöken toz partikülleri ve havada asılı kalan toz partikülleri ile ilgili düzenli ölçümler yapılabiliyor. Hem Sağlık Bakanlığı hem de İzmir Valiliği Denetleme Komisyonu istedikleri zaman bu kuyulardan su örnekleri alıp, denetleme yapabiliyor. Maden çalışmaya başlamadan önceki yapıyı bozacak herhangi bir değişiklik gözlenirse, kapatma yetkisini kullanabiliyor.
Artık açık ocaktan alınıp, kırılan, öğütülen, siyanür liçinden geçen ve elektrolizle ayrıştırılan altın ve bu işlemlerden geriye kalan atıklar ve ilgili işlemler sona eriyor. Sıra yeraltındaki ocakta. Cevherin 2/3’lük kısmı yeraltından çıkarılacak. Bunun için 5 x 5,5 m boyutlarında, iş makinelerinin girip çıkabileceği bir galeri açılıyor. Patlatma yapılarak galeriden çıkarılıyor. Tahkimat yapılıp, püskürtülmüş beton atılarak galeride ilerlemeye devam ediliyor. Damara ulaşıldığında, buradan çıkarılan toprak da açık ocaktan çıkarılan toprağın geçtiği süreçlerden geçiyor.
2.3. TÜRKİYE’DE ALTIN MADENİNİN EKONOMİYE ETKİSİ
Altınla ilgili tartışmalı konulardan biride, ülke ekonomisine katkısı. Biz ulusça altını severiz. Hem ziynet eşyası olarak takarız. Ham de gelecek kaygısıyla bir yatırım aracı olarak biriktiririz. Ülkemizde, yastık altı diye bilinen ve halkın elinde bulunan altın miktarı, 5000 ton olarak tahmin ediliyor. Kişi başına düşen altın miktarı da bir hayli yüksektir.
Garip olansa Türkiye’de hiç altın çıkarılmıyor oluşu. Ülke içinde talep yüksek, arz sıfır olunca da elbette dışarıdan ithal ediyoruz altını. Hem öyle az buz da değil; yıllık altın ithalatımız 1989-1995 döneminde ortalama 110 ton. Bedeli ise yaklaşıl 1,3 milyon dolar. Daha da ilginci, 1,3 milyon dolar, yıllık petrol ithalatına ödediğimiz dövizin yarısını aşıyor. Durum böyle olunca da altın madencililiğinin ülkemize ekonomik anlamda ne getireceği ve bizden ne götüreceği de tartışılıyor elbette. Devletin maden işletmeciğinden ilk adımda aldığı pay, vergisi de dahil, ortalama %10’dur. (Bilim Teknik Dergisi, s.56, 2003)
Altının tenörüne bağlı olarak kullanılacak siyanür miktarıyla, ülkemize ödenecek fon ve vergi tutarlarının değişeceğini söyleyenler, bu değerlerin de madeni işleten firmanın beyan ettiği altının tenörüne bağlı olarak değişebileceğini ve bunun pek de güvenilir olmadığını vurguluyorlar. Bu nedenle, ülkemizde madenlere ait her türlü verinin ölçüm ve denetiminin bağımsız ve güvenilir birimlerce de yapılmasının ülkemiz için daha yararlı ve inandırıcı olacağı görüşünün altını çizmektedirler.
Ancak, ekonomistler burada yalnızca %10’luk bir paydan söz edilemeyeceğini, yatırım öncesinde ve yatırım dönemi boyunca da etkileri olduğunu söylüyorlar. Her şeyden önce, yatırım harcamalarının yurt içinde yapılacak kısmı bir gelir artışı sağlayacak. Bunun yanı sıra madende çalışanların ücretleri ve işletme döneminde gerçekleşecek etkileri de bu sepete ekleniyor. Ancak, bu kadarla bitmiyor; ütün bunların yarattığı gelir artışı, toplumun marjinal tüketim eğilimiyle bağlantılı olarak ve ekonomik çoğaltan mekanizmasıyla, zincirleme bir gelir oluşumuna yol açacak. İşte tartışmanın odağındaki noktalardan biri, bu çoğaltan kat sayısı. Kimi bilim adamları bunun 4 olması gerektiğini, kimileride daha düşük kabul edilmesi gerektiğini söylemektedirler.
Ancak, asıl tartışma yaratan şey, altın madenciliğinin alternatif maliyeti. Bir başka deyişle, kazandırdıklarının yanında, kaybettirecekleri ne olacak? Özellikle, ülkemizde şu sıralar deneme üretimi yapan Bergama-Ovacık altın madeninin verimli tarım alanlarına çok yakın olması bu tartışmanın tetikleyicisi. Kazandıracaklarını, kaybettireceklerinin yanında önemsiz kalacağını söyleyen bilim adamları, madendeki zehirli atıkların ve ağır metallerin tarım alanlarına sızması durumunda bu bölgede tarımın biteceğini söylüyorlar. Bergama madenine karşı olanlara göre, bölgede şu sıralarda dünya piyasasında epeyce değerli olan zeytin ve pamuk tarımı yapılıyor. Ayrıca, bir kaza ya da sızma olmasa bile, bir altın madeninin çok yakınından elde edilen mahsülün değerinin yine dünya piyasasında düşeceğini de iddia etmektedirler.
Ekonomiye etkileri de diğer noktaları gibi tartışmalı olan altın madenciliğinin en hararetli tartışmalara neden olan yanıysa çevresel etkileri.
III. BÖLÜM
ALTININ TİCARİ DEĞERİ
3.1. TÜRKİYE DARPHANESİ VE ALTIN
Kuruluşu yüzyıllar öncesine giden Darphane’nin yerleşik özellik kazanması, Fatih Sultan Mehmet’in 1467 yılında Beyazıt Camii civarında kurduğu tesisle oldu. Hızla genişleyen imparatorluğun para ihtiyacını karşılamak için çeşitli kentlerde sayıları 40 ‘ı bulan darphaneler oluşturuldu. Ancak 1843 yılında diğer darphanelerin faaliyetlerine son verildi; bu tarihten sonra yalnız İstanbul’da kendi adıyla anılan semtte kurulan darphanede para basılmıştır.
Bugün 234 sayılı kanun hükmünde kararname hükümlerine göre Hazine Müsteşarlığı’na bağlı olarak faaliyetini sürdüren Darphane, tedavül ve hatıra paraların, cumhuriyet altınlarının basımının, kıymetli madenlerin analiz ve ithalat-ihracatının düzenlemesini yürütmektedir. Darphane ayrıca, her türlü resmi damga ve mührü, madalya ve nişanın üretimi, pasaport, nüfus cüzdanı gibi kıymetli ve güvenlikli kâğıdın imalatıyla da görevlidir. Döner sermayeli bir kuruluş Darphane’nin hazineye katkısı 2000 yılında yaklaşık 2 trilyon lira, 2001’de 3,9 trilyon lira olurken, 2002’de 5,2 trilyon liraya ulaştı. Her yıl Basel Uluslararası Para Fuarı, İstanbul Uluslararası Mücevher, Takı, Saat ve Malzemeleri Fuarı’na düzenli olarak katılan Darphane ayrıca yıllık programlar çerçevesinde yurtiçi ve yurtdışında düzenlenen pek çok uluslararası organizasyonda da yerini almaktadır. (Darphane, http://www.darphane.gov.tr./istatistik/2005)
|
|
500’lük
|
250’lik
|
100’lük
|
50’lik
|
25’lik
|
Genel Toplam
|
|
Ocak
|
1,140
|
120
|
125,905
|
4,172
|
42,245
|
173,582
|
Şubat
|
1,290
|
120
|
178,800
|
4,172
|
49,385
|
233,767
|
Mart
|
1,290
|
180
|
174,330
|
4,768
|
61,880
|
242,448
|
Nisan
|
1,380
|
120
|
167,625
|
5,066
|
58,310
|
232,501
|
Mayıs
|
1,230
|
240
|
51,107
|
2,384
|
23,800
|
78,761
|
Haziran
|
990
|
240
|
24,585
|
2,086
|
22,015
|
49,916
|
Temmuz
|
1,530
|
300
|
41,124
|
5,364
|
57,120
|
105,438
|
Ağustos
|
1,080
|
120
|
30,545
|
3,278
|
41,650
|
76,673
|
Eylül
|
1,560
|
240
|
43,521
|
2,682
|
33,320
|
81,323
|
Ekim
|
690
|
60
|
39,634
|
894
|
17,255
|
58,533
|
Kasım
|
1,110
|
300
|
127,097
|
3,278
|
27,370
|
159,155
|
Aralık
|
|
|
|
|
|
|
TOPLAM
|
13,290
|
2,040
|
1.004,273
|
38,144
|
434,350
|
1,492,097
|
Tablo 1: 2004 Yılında Üretilen Meskük Altınlar (adet)
|
|
500’lük
|
250’lik
|
100’lük
|
50’lik
|
25’lik
|
Genel Toplam
|
|
Ocak
|
41.131,200
|
2.164,800
|
908.530,480
|
15.052,576
|
76.209,980
|
1.043.089,036
|
Şubat
|
46.543,200
|
2.164,800
|
1.290.220,800
|
15.052,576
|
89.090,540
|
1.443.071,916
|
Mart
|
46.543,200
|
3.247,200
|
1.257.965,280
|
17.202,944
|
111.631,520
|
1.436.590,144
|
Nisan
|
49.790,400
|
2.164,800
|
1.209.582,000
|
18.278,128
|
105.191,240
|
1.385.006,568
|
Mayıs
|
44.378,400
|
4.329,600
|
368.788,112
|
8.601,472
|
42.935,200
|
469.032,784
|
Haziran
|
35.719,200
|
4.329,600
|
177.405,360
|
7.526,288
|
39.715,060
|
264.695,508
|
Temmuz
|
55.202,400
|
5.412,000
|
296.750,784
|
19.353,312
|
103.044,480
|
479.762,976
|
Ağustos
|
38.966,400
|
2.164,800
|
220.412,720
|
11.827,024
|
75.136,600
|
348.507,544
|
Eylül
|
56.284,800
|
4.329,600
|
314.047,536
|
9.676,656
|
60.109,280
|
444.447,872
|
Ekim
|
24.895,200
|
1.082,400
|
285.998,944
|
3.225,552
|
31.128,020
|
346.330,116
|
Kasım
|
40.048,800
|
5.412,000
|
917.131,952
|
11.827,024
|
49.375,480
|
1.023.795,256
|
Aralık
|
|
|
|
|
|
|
TOPLAM
|
479.503,200
|
36.801,600
|
7.246.833,968
|
137.623,552
|
783.567,400
|
8.684.329,720
|
Tablo 2: 2004 Yılında Üretilen Meskük Altınlar (ağırlık-mgr.)
|
|
500’lük
|
250’lik
|
100’lük
|
50’lik
|
25’lik
|
Genel Toplam
|
|
Ocak
|
155
|
31,124
|
206,091
|
229,055
|
1.257,210
|
1.723,635
|
Şubat
|
124
|
31,620
|
169,830
|
171,715
|
1.169,370
|
1.542,659
|
Mart
|
155
|
22,878
|
150,552
|
162,260
|
1.148,630
|
1.484,475
|
Nisan
|
62
|
26,536
|
170,595
|
194,590
|
1.264,530
|
1.656,313
|
Mayıs
|
186
|
14,198
|
96,084
|
112,545
|
702,110
|
925,123
|
Haziran
|
217
|
11,904
|
107,100
|
150,975
|
1.025,410
|
1.295,606
|
Temmuz
|
217
|
19,902
|
162,945
|
213,195
|
1.510,970
|
1.907,229
|
Ağustos
|
155
|
17,484
|
96,696
|
119,560
|
889,990
|
1.123,885
|
Eylül
|
279
|
18,600
|
113,832
|
154,940
|
822,890
|
1.110,541
|
Ekim
|
155
|
10,726
|
63,954
|
67,405
|
242,780
|
385,020
|
Kasım
|
31
|
12,772
|
87,057
|
57,645
|
126,880
|
284,385
|
Aralık
|
|
|
|
|
|
|
TOPLAM
|
1.736
|
217,744
|
1.424,736
|
1,633,885
|
10.160,770
|
13.438,871
|
Tablo 3: 2004 Yılında Üretilen Ziynet Altınlar (adet)
|
|
500’lük
|
250’lik
|
100’lük
|
50’lik
|
25’lik
|
Genel Toplam
|
|
Ocak
|
5.437,400
|
545.914,960
|
1.445.934,456
|
803.524,940
|
2.205.146,340
|
5.005.958,096
|
Şubat
|
4.349,920
|
554.614,800
|
1.191.527,280
|
602.376,220
|
2.051.074,980
|
4.403.943,200
|
Mart
|
5.437,400
|
401.280,120
|
1.056.272,832
|
569.208,080
|
2.014.697,020
|
4.046.895,452
|
Nisan
|
2.174,960
|
465.441,440
|
1.196.894,520
|
682.621,720
|
2.217.985,620
|
4.565.118,260
|
Mayıs
|
6.524,880
|
249.032,920
|
674.125,344
|
394.807,860
|
1.231.500,940
|
2.555.991,944
|
Haziran
|
7.612,360
|
208.796,160
|
751.413,600
|
529.620,300
|
1.798.569,140
|
3.296.011,560
|
Temmuz
|
7.612,360
|
349.081,080
|
1.143.222,120
|
747.888,060
|
2.650.241,380
|
4.898.045,000
|
Ağustos
|
5.437,400
|
306.669,360
|
678.419,136
|
419.416,480
|
1.561.042,460
|
2.970.984,836
|
Eylül
|
9.787,320
|
326.244,000
|
798.645,312
|
543.529,520
|
1.443.349,060
|
3.121.555,212
|
Ekim
|
5.437,400
|
188.134,040
|
448.701,264
|
236.456,740
|
425.836,120
|
1.304.565,564
|
Kasım
|
1.087,480
|
224.020,880
|
610.791,912
|
202.218,660
|
222.547,520
|
1.260.666,452
|
Aralık
|
|
|
|
|
|
|
TOPLAM
|
60.898,880
|
3.819.229,760
|
9.995.947,776
|
5.731.668,580
|
17.821.990,580
|
37.429.735,576
|
Tablo 4: 2004 Yılında Üretilen Ziynet Altınlar (ağırlık-mgr.)
3.2. İSTANBUL ALTIN BORSASI
1993 yılında Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı kararda yapılan değişikliklerle altının fiyatının belirlenmesi ile ithalatı ve ihracatı serbestleştirilmiştir. Altının liberalleştirilmesi yönünde alınan kararlarla ithal ve ihraç aşamasında kolaylıklar getirmiştir. Altın konusundaki bu gelişmeler sonucu sektörde yaşanan hızlı büyüme ekonomik açıdan büyük potansiyel taşıyan altın konusunda yeni kararlar alınmasını hızlandırmıştır. Alınan yeni kararlarla altın sektörünün yeniden yapılandırılması amaçlandırılmıştır.
Yeniden yapılanma sürecinde en önemli gelişme İstanbul Altın Borsası’nın kurulmasıyla altının örgütlü bir piyasada içlem görmesidir. İstanbul Altın Borsası, altının finansal sisteme kazandırılmasında, altına dayalı yatırım araçlarının geliştirilmesinde ve uluslar arası boyut kazanmasında önemli bir aşama olmuştur. İstanbul Altın Borsası ile birlikte altın fiyatları dünya fiyatlarına paralellik kazanmış, ithal edilen altınların genel kabul gören saflık ve standartta olması zorunluluğu getirilmiş ve altının kayıt altına alınmasıyla sistemin şeffaf bir yapı kazanması sağlanmıştır.
3.2.1. Kuruluş ve Hukuki Yapı
Altın sektöründeki liberalleşme çalışmalarıyla piyasanın kurumsallaşması ve yeni araçların geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. İstanbul Altın Borsası’nın kurulması ile birlikte mevcut Kapalıçarşı piyasanın yanısıra altın piyasası teşkilatlı bir yapı ve uluslararası bir boyut kazanmış, rekabetçi fiyatlarla maliyetler gerçekçi bir seviyede oluşmuştur. Altın Borsası’nın kurulması piyasada devam edecek bir gelişim süreci başlatmış, altına dayalı mâli araçların gelişimi içinde zemin hazırlamıştır.
İstanbul Altın Borsası’nın kurulması yönünde ilk yasal karar 1993 yılında alınmıştır. 3794 sayılı kanun ile değişik 2499 sayılı SPK Kanunu’nun 40/A maddesi hükmüne dayanarak SBK tarafından " Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Genel Yönetmelik " yayınlanmıştır. Genel yönetmeliğe dayanarak Hazine Müsteşarlığı tarafından "Kıymetli Maden Borsaları Üyelik Yetkisi ve Maden Borsası Aracı Kurumlarının Kuruluş ve Faaliyet Şartlarına İlişkin Yönetmelik " 16 ekim 1993 tarih ve 21730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmelik hükümlerine dayanılarak 1994 yılında çıkarılan " İAB Yönetmeliği " ile de borsanın çalışma kural ve esasları belirlenmiştir. Kıymetli Madenler Borsası’nda işlem görecek altın standartları ve rafineri ile ilgili tebliğ ise T.C Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından hazırlanarak 7 Ekim 1994 tarih ve 22242 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. (İAB, http://www.iab.gov.tr., 2005)
3.2.2. İstanbul Altın Borsası Organizasyon Yapısı
Tablo 5:İAB Organizasyon Yapısı
3.2.3. İstanbul Altın Borsası Bünyesindeki Piyasalar
Kıymetli Madenler Piyasası: Altın, gümüş ve platin gibi kıymetli madenlerin TL/gram , ABD Doları / ons ve Euro/ons bazında işlem gördüğü Altın Borsası, bünyesinde nakit altın, gümüş, platin işlemleriyle hurda altın işlemleri yapılıyor.
Vadeli İşlemler ve Opsiyon Piyasası: Vadeli altın işlemleri gerçekleştiriliyor.
Kıymetli Madenler Ödünç Piyasası: Kıymetli maden ödünç işlemleri yürütülüyor. İstanbul Altın Borsası’nın halen 18 banka, 22 yetkili kurum, 8 kıymetli maden aracı, 1 yurt dışında yerleşik kişi ve kuruluş, 1 kıymetli maden üretim ve pazarlama faaliyetlerinde bulunan kuruluş, 1 kıymetli maden rafinerisi ve 3 İstanbul Menkul Kıymetler Borsası aracı kuruluşları olmak üzere toplam 54 üyesi bulunuyor. Dünyanın hiçbir borsasında bir arada bulunmayan 3 piyasasını bünyesinde barındıran İstanbul Altın Borsası’nın çalışmalarına başladığı pek çok proje de hayata geçmek için gün saymaktadır. Bunların başında kuyumculuk sektöründe yoğun biçimde kullanılan kıymetli taşların örgütlü bir piyasa çatısı altında alım satımının sağlanarak ülkeye kayıt dışı girişin engellenmesi ve kıymetli taş ticaretinde oluşan katma değerin artırılması amacıyla bir " Kıymetli Taş Piyasası’nın " oluşturulması ve piyasaya şu anda olduğundan daha hızlı ve daha doğru referans bilgisi sunulması ve döviz fiyatının daha şeffaf bir şekilde oluşmasını sağlamak üzere bir " Efektif ve Arbitraj Piyasası " kurulması geliyor.
3.3. İSTANBUL KUYUMCU ESNAF VE SANATKÂRLARI ODASI
1971 yılında kurulan İstanbul Kuyumcular Odası, İstanbul ili sınırları içerisinde on bini aşkın ülkeye hizmet veren bir meslek örgütüdür. Anadolu topraklarının 8 bin yıllık geleneği olan kuyumculuk, bugün bünyesinde pek çok sanatkârı barındırıyor. İstanbul Kuyumcular Odası’nın üyeleri sadekârlar, mıhlayıcılar, kakmacılar, kalemkârlar, yaldızcılar, mineciler gibi sanatkârların yanı sıra, 2-3 kişilik atölyelerden, yüzlerce kişinin çakıştığı fabrikalara kadar geniş bir yelpazede yer almaktadır.
İstanbul Kuyumcular Odası, sektörün temsil edilmesi misyonunu İstanbul ili ile sınırlı tutmamakta, Türk Kuyumculuk Sektörünü ulusal ve uluslar arası platformda temsil etmektedir.
Kuruluş amacı, esnaf ve sanatkârlardan oluşan üyelerinin ortak ihtiyaçlarına cevap vermek, çalışmalarını kolaylaştırmak, mesleğin gelişmesini sağlamak, üyelerinim birbiriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak, meslek disiplin ve ahlakını korumaktır. Üyelerine yeni pazarlar bulmak, ihracat yönlendirmek, yurtiçi ve yurtdışı fuarlara katılımını teşvik etmektir.
İstanbul Kuyumcular Odası, sektörel gelişiminde eğitimin öneminden hareketle, kalifiye eleman yetiştirilmesini sağlamak için çıraklık eğitim merkezleri, meslek liseleri ve kuyumculuk takı tadarım bölümlerinin açılmasına öncülük etmiştir. (Türkishtime, http://www.türkishtime.org.tr./sector/
1990 yılında uluslar arası platformda sektörün nabzını tutan Dünya Altın Konseyinin açılmasına destek veren İKO, Türk kuyumculuk ve mücevherat sektörünün her türlü ihtiyacını karşılamak üzere gereken çalışmaları yürütebilmek amacıyla çağdaş donanımlı uzman bir kadroyu istihdam etmektedir.
İKO’nun önemli faaliyetlerinden biri de 12 yıldır aylık olarak basılan Gold News 10 bin adet basılan dergi, sektörün reklam verenlerini ulusal ve uluslar arası pazardaki alıcıyla buluşturmak için önemli bir köprü oluşturmaktadır.
İstanbul Kuyumcular Odası, sadece üyeleri için değil, üyelerinin dışındaki tüm sektör mensupları için de hizmetler vermektedir. Bu hizmetler, sektör mensuplarının işlerini kolaylaştırmak ve Türk Kuyumculuğunun yurtiçi ve yırtdışında tanınmasını sağlamak amacıyla verilmektedir.
•İşlenmiş altının kargo ve yolcu beraberinde ihracatında ekspertiz raporlarının düzenlenmesi
•Tüzel ve özel kişilerin talepleri doğrultusunda bilir kişi tayin ermek Valilik kanalıyla yaz-kış açılış kapanış saatlerini belirlemek ve duyurmak
•Kuyumculukla ilgili branşlarda eğitim veren lise ve yüksek okul düzeyindeki okulların ve çıraklık eğitim merkezlerinin maddi ve manevi olarak desteklenmesi
•Öğrencilere burs verilmesi
•Sosyal dayanışmayı geliştiren faaliyetlerin düzenlenmesi
3.4. ALTIN İTHALATI
Son on yılda altın ve gümüş ithalatı dalgalanmalı bir seyir izlemiştir. Altın tüketiminde ilk sıralarda yer alan Türkiye’nin 1997 yılı talebi rekor artışla 186 ton ve 1998 yılında ise gerileyerek 156 ton olmuştur. 1996 yılının ilk üç çeyreğindeki talebi, 1998’deki aynı döneme oranla %20 gerileyerek 117 tona düşmüştür. İthal edilen bu altının, tahmini yarısına yakın bir kısmı işlendikten sonra mücevherat biçiminde kayıtlara girmeksizin yeniden ihraç edilmektedir.
Tablo 6: Türkiye Altın-Gümüş İthalatı
3.5. ALTIN İHRACATI
Türkiye’de 1990-1993 yılları arasında " sıcak para politikası " izlenmiştir. Bu dönemde dövizin baskı altına alınıp reel faizlerin yüksek tutulması, dışarıdan sermaye girişini özendirdi. Bu dönemde giren sermaye doğrudan yabancı sermaye yatırımından çok, kısa vadeli portföy yatırımı oldu. Bu dönemde döviz kuru baskı altına alındığı için TL reel olarak aşırı değer kazandı ve ihracat sıkıntıya girdi. İthalat ise tersine artmaya başladı. Speekülatif amaçlı hareket eden bu para akışı önce borsayı yükseltti; sonra da kârları realize etmek için dövize yöneltti. Bu nedenle aşırı artan döviz talebine Merkez Bankası üç gün boyunca müdahale etti. Ancak rezervlerin hızla eriyerek tehlike bölgesine kadar inmesi TL’nin devalüe edilmesini zorunlu kılmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda 1995 yılında kamuoyunda " 5 Nisan Kararları " olarak bilinen Ekonomik İstikrar Programı uygulanmaya başlandı. 1994 yılında 480 milyon dolar olan altın ithalatı 1995 yılında 1.322 milyon dolara yükseldi aynı dönemde turizm gelirleri 4.3 milyon dolardan 4,9 milyar dolara çıktı. Kişi başına düşen milli gelir de 2184 dolardan 2759 dolara yükseldi. 1995-1996 yılları arasında mücevher ihracatı ise yaklaşık 8 milyon 500 bin dolardan yüzde 411 artarak 44 milyon dolara çıkmıştır.
İhracattaki bu hızlı artış trendi 1998 yılına kadar devam etti. 1997 yılında bir önceki yıla göre yüzde 181 oranında artarak 44 milyon dolardan 123 milyon dolara, 1998 yılında ise bir önceki yıla göre yüzde 42 oranında artarak 178 milyon dolara yükselmiştir. 1995-1998 yılları arasında altın ithalatı da artış trendine girdi ve 1996 yılında bir önceki yıla göre yüzde 26.5 oranında artarak 1.672 milyon dolara, 1997 yılında bir önceki yıla göre yüzde 11.7 artarak 1.867 milyon dolara geriledi. 1995-1998 yılları arasında kişi başına düşen milli gelir de 2759 dolardan 3255 dolara yükseldi turizm gelirleri de aynı dönemde 4.957 milyon dolardan 7.177 milyon dolara çıktı. Bu dönemde hm gelir hem de fiyat avantajları nedeniyle ithalat ve ihracat artış gösterebildi. Ancak, 1997 yılında başlayan Uzak Doğu Asya Krizi ve devamında Rusya Krizi dünya ve Türkiye ekonomisini olumsuz yönde etkiledi. 1998-1999 yılları arasında altın ithalatı, 1.761 milyon dolardan 1.079 milyon dolara gerilerken, turizm gelirlerimiz de 7.177 milyon dolardan 5.203 milyon dolara indi. Kişi başına düşen milli gelirde krizlerden etkilendi ve 3.255 dolardan 2.879 dolara düştü. Bu dönemde mücevher ihracatı ise miktar olarak yüzde 74 oranında azaldı. Ancak, kriz nedeniyle genel olarak lüks malların fiyatlarının artması değer olarak mücevher ihracatının da yüzde 42 oranında artmasına yol açtı ve gelir, 178 milyon dolardan 254 milyon dolara kadar yükselmiştir.
1999/2000 yılları arasında ekonomi genel olarak canlanma trendine girdi ve yıl sonunda yüzde 6.3 oranında büyüdü. Kişi başına düşen milli gelir de 2.965 dolara yükseldi bu gelişmelere paralel olarak altın ithalatına artan talep nedeni ile yüzde 76 oranında artarak, 1.079 milyon dolardan 1.900 milyon dolara yükselirken mücevher ihracatı da değer olarak da yüzde 37 oranında artarak 351 milyon dolara ulaştı. Aynı dönemde turizm gelirleri de benzer şekilde 5.203 milyon dolardan, 7.636 milyon dolara yükseldi. Görüldüğü üzere gelir artışı, turizm gelirlerindeki artış ile ithalat ve ihracat artışları paralel bir seyir izlemiştir.
Bu dönemden sonra üst üste yaşanan deprem felaketleri ve Marmara Denizi ve İstanbul bölgesinde deprem beklentisi, altına ve mücevherata olan talebi olumsuz etkiledi. Depremi izleyen ekonomik kriz ve siyasi belirsizlikler de genel olarak talebi olumsuz etkilemişlerdir. Ancak yukarıda açıkladığımız devalüasyon nedeniyle ihracatın çok avantajlı olması mücevher ihracatının artmasına destek oldu. 2001 yılında bir önceki yıla göre mücevher ihracatı değer bazında da yüzde 22 oranında artarak, 427 milyon dolara yükseldi. 2002 yılında ise fiyat faktörü etkili oldu ve ihracat değer bazında yüzde 38 oranında artarak 591 milyon dolara ulaşmıştır. Bu dönemde altın ithalatı da 989 milyon dolardan 1.347 milyon dolara yükseldi; turizm gelirleri ise 8.090 milyon dolardan 8.473 milyon dolara yükselmiştir.
3.5.1 İhracatın Ülkelere Göre Dağılımı
2002 yılında mücevher ihracatımızda birici sırayı 222 milyon dolar ile ABD alırken, ikinci sırayı 50 milyon dolar ile Birleşik Arap Emirlikleri ve üçüncü sırayı da 37 milyon dolar ile İsrail almakta. İlk üç sırayı paylaşan ülkeleri toplam mücevher ihracatımızdaki payları sırasıyla yüzde 46,9 , 10,6 ve 7.8 . dördüncü sırayı 34 milyon dolar ile Almanya alır iken payı yüzde 7.1 . beşinci sırayı ise 22 milyon dolar ve yüzde 4.6 oranında pay ile İtalya almış durumda. Dubai, Rusya ve İngiltere 10 milyon doların üzerinde mücevher ihracatımızın olduğu diğer önemli ülkeler.
Sonuçta; altın ve gümüş gibi değerli metallere ve bunlardan imal edilen mücevherata olan talebin fiyat ve gelir esnekliği çok yüksek. Bu metallerin ve ürünlerin fiyatları yükseldiğinde talep azalırken, fiyatlar düştüğünde talep yükseliyor. Aynı şekilde, tüketicinin geliri arttığında bu ürünlere talep artarken, azaldığında da talep azalmakta. Türkiye ekonomisinde Uzakdoğu Asya ve Rusya krizleri ile başlayarak deprem felaketleri ve ekonomik krizlerle devam eden ekonomik ve siyasi belirsizlikler altına ve altından mücevherata olan talebin dalgalı bir seyir izlemesine neden oldu. Bu olumsuzluklar nedeniyle bono, tahvil, fı-on, döviz gibi alternatif yatırım araçlarına da güven azaldı ve 11 Eylül saldırısı ve ırak savaşı gibi nedenlerle güvensizlik duyan perakende yatırımcı altına yönelmiştir.
Türkiye ekonomisinin büyüdüğü ve net turizm gelirlerinin attığı yıllarda altın ve mücevherata olan talep arttı; tersi durumda da azaldı. Altın, gümüş ve mücevherat sektörlerinin gelişmesi Türkiye ekonomisinin istikrarına perakende yatırım talebinin azalması ise bu faktöre ilave olarak savaş gibi dış faktörlere bağlıdır. Ülkede ve dünyada istikrar her sektörde olduğu gibi bu sektörlerin gelişmesi içinde en önemli iki unsurdur.
|
|
Döviz Karşılığı (gr.)
|
Altın Karşılığı (gr.)
|
Genel Toplam
|
|
|
OCAK
|
420.503,353
|
1.431.276,583
|
1.851.779,936
|
|
ŞUBAT
|
259.138,564
|
1.058.777,704
|
1.317.916,268
|
|
MART
|
397.767,673
|
1.708.563,062
|
2.106.330,735
|
|
NİSAN
|
514.202,788
|
1.435.946,831
|
1.950.149,619
|
|
MAYIS
|
284.872,376
|
1.529.228,051
|
1.814.100,427
|
|
HAZİRAN
|
397,623,140
|
1.419.266,557
|
1.816.889,697
|
|
TEMMUZ
|
313.085,676
|
1.356.521,498
|
1.669.607,174
|
|
AĞUSTOS
|
307.074,229
|
1.646.504,257
|
1.953.578,486
|
|
EYLÜL
|
499.469,086
|
1.469.424,381
|
1.968.893,467
|
|
EKİM
|
518.856,174
|
1.672.693,823
|
2.191.549,997
|
|
KASIM
|
677.180,442
|
1.637.818,050
|
2.314.998,492
|
|
ARALIK
|
|
|
|
|
GENEL TOPLAM:
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tablo 7: 2004 Yılı Altın İhracatı
3.6. İÇ PİYASADA DÖNEN HURDA VE YATIRIM AMAÇLI
( YASTIK ALTI ) ALTIN
Türkiye’de yastık altındaki altın miktarı 1500-2000 tondur. Bu rakamın içerisinde 20 milyon ailenin alyansı, saat, kolye ve küpeler ile Topkapı Sarayındaki yüzlerce kg’lık altınlarda vardır. Bu rakamın çok büyük bir kısmı hiçbir şekilde ekonomiye kazandırılamayacak formattadır. Bu rakamın tahmini 1000 tonu Cumhuriyet altını ve bileziktir. Bunu da yastık üzerine çıkarmak bankaların işidir.
Türkiye’de Cumhuriyet altını direkt olarak yastık altına gitmektedir. Geçmiş yıllarda darphane 50.7 ton Cumhuriyet altını basmıştır. Yastık altıyla mücadele edilmek isteniyorsa Cumhuriyet altını talebinin düşmesi gerekir. Darphane, Cumhuriyet altını basmazsa altına yatırım yapmak isteyen kişi alternatif yatırım araçlarına yönelecektir.
Tasarruf amacıyla yastık altında saklanan altınların bozdurulmaya başlanmasıyla piyasada hurda altın çoğalacak ve altın ithalatı azalacak, ihtiyaç hurda altından karşılanacak. Bu durum iç piyasada hareketlilik olmasına yol açmaktadır.